Amazonizm veya Amazon Normlarına Karşı Genç İşçiler Nasıl Örgütlenmeli?
Çalışma rejiminin değiştiği, özellikle de pandemiyle birlikte bunun hız kazandığını söylüyoruz. Daha önce işçi sınıfı örgütlenmesi dendiğinde ilk akla gelen metal, imalat, maden, tekstil, otomotiv sektörleri önemlerini korumakla birlikte, artık işçi sınıfının mücadelesi dendiğinde aklımıza ilk önce market/mağaza işçileri, kuryeler, zincir restoran/kafe çalışanları, büyük dağıtım şirketlerinin nakliye, depolama işlerinde çalışan milyonlar geliyor.
İnternet ekonomisinin büyümesiyle daha çok dağıtmak, satmak, ulaştırmak, hizmet vermek öncelik kazandı. Pandemi ile birlikte evlerimizde sürecin emek kahramanlarının posta dağıtıcıları, kuryeler ve moto kuryeler olduğunu gördük. pandemiden en fazla etkilenenlerin bu işçilerin yanısıra restoran, kafe, market, mağaza çalışanları olduğunu bizzat gözlemledik. Büyük çoğunluğu üniversite mezunu, kentli, sosyal medya kullanan, giyimi ve kuşamıyla romanlardaki “işçi” görüntüsü yerine, zamanın ruhunu yansıtan yepyeni bir kuşakla karşı karşıyayız. Tez-Koop-İş sendikasının da üye profiline bakıldığında bu zamanın ruhunun yakalandığı mutlaka hissedilecektir. Peki, zamanın örgütlenme ruhunu yakalamak için ne yapmak gerek? Öncelikle bu yeni süreci anlamak gerekiyor.
İlk kez sendikalaşan ve eylemleriyle tüm dünyadaki dağıtım ağını sarsma gücüne sahip Amazon işçileri, her türlü olumsuzluğa karşın imkânsızı başararak örgütlenen StarBucks işçileri, özellikle Avrupa’da ayaklanan Deliveroo, Gorillaz ve benzeri motor kuryeler ve tabii ki ülkemizdeki yansımaları Trendyol, Yemeksepeti, Migros işçileri. Yeni dönem, yeni örgütlenme pratiği ve yeni görevler…
Öncelikle aslında bazı şeylerin çok da değişmediğini, temel çelişkinin her zaman kendisini apaçık gösterdiğini, Amazon şirketinin de bunun için muhteşem bir örnek olduğunu söyleyerek başlayalım ve yüzyılın başına dönelim: Vasıfsız işçilerin, bir üretim bandında, kitlesel olarak ürettiği ve kitlesel olarak tüketim beklentisine de seslenen bir sistem. Her bir işçi bir üretim bandında vasıfsız, küçük, basit bir iş yapıyor, işin bütününden kopuk, bütünün bilgisine uzak, yerine yenisi kolaylıkla konabilir bir makina dişlisi haline geliyor. Bu üretim sistemine Fordizm deniyor ve yetmişlere, hatta neredeyse yetmişlerin ikinci yarısına kadar kapitalizmin temel üretim sistemi ve getirdiği standartlar ile belirleyici oluyor. Bu üretim sistemi, üretimin standartlaştırılması, otomasyon ama kitlesel üretim yapılması, üretimin merkezi örgütlenmesi, niteliği düşük işçilerin büyük ölçekli işletmelerde yoğunlaşması olarak kendisini gösteriyor. Taylorizm ise bu dönemin yönetim modeli olarak eş zamanlı olarak ortaya çıkıyor. Vasıfsız işgücünün, en küçük ve en basit parçalara kadar bölünen üretim sürecinde, parça başı ücret ödemeyi hedefleyen, işçileri üretimin her aşamasında sıkı bir denetim altında tutan bir yönetim anlayışı bu. Kimi zaman baskıcı rejimlerle uygulanıyor, kimi zaman ise sosyal devlet modeli içinde, devlet-sermaye-kitlesel işçi sendikaları arasındaki uzlaşma bir üst yapı olarak kendisini gösteriyor. Ardından yetmişlerle birlikte post-fordizm, toplam kalite yönetimi, Toyotaizm (veya Toyotizm), üretimin büyük ölçekli fabrikalardan fason üretime dağıtılması, taşeron sisteminin norm haline gelmesi… Peki bu dönemin sermaye tarafından dayatılan normu ne? Sanırım burada Amazon şirketi öne çıkıyor, özellikle pandemi süreciyle birlikte tüm çalışma ilişkileri Amazon standartlarına geri çekilmeye çalışılıyor… Hep dönemi belirleyen bir şirketin ismiyle anılıyor, Fordizm, Toyotizm, belki de şimdi de eğer karşısında duramazsak belki de Amazonizm…
Amazon normları nelerdir?
Amazon ve tüm kargo, dağıtım, gıda, market çalışanları başta olmak üzere, pek çok sektörde dayatılan çalışma şartlarından söz ediyoruz aslında. Pandemi sürecinde dayatılan ve karşısında duramazsak norm haline gelebilecek çalışma normları.
Daha 2015 yılında David Golumbia, Jacobin dergisinde “Her şeyin Amazonlaştırılması” başlığında pek çok ipucu sunmuştu aslında. Amazon’un esas başarısı işçilerin sömürülmesi ve tüketicilerin özel yaşamına sızılmasıydı diyordu yazar bu makalesinde. Amazon’un bozulan işyeri eğilimlerini daha da derinleştirdiği, kampüs gibi çalışma ortamları kurduğu, depo işçilerini “üçüncü taraf ” “istihdam büroları”ndan aldığı, zamanında üretim veya dağıtım (just-in-time) tarzını kurumsallaştırdığı, bir yandan yüksek teknoloji kullanımını hem üretim hem dağıtım (droneların kullanılması gibi) geliştirirken, tüketicilerin eğilimlerini saptamak için onları İngiliz düşünür Jeremy Bentham’ın tasarladığı tüm hücreleri ortadaki bir kuleyle gözetlenen bir hapisane gibi, dijital bir “panopticon” gibi gözlemlediği, mikro işler yaratarak, düzensiz güvencesiz çalışan yüzbinleri kendine bağladığı, özetle sömürüye bir “inovasyon” getirdiği o zamandan beri tartışılıyor.
Aslında Amazon’un yaptığı Taylorizmin aşırı bir biçimi. Gerek depolarda, gerek paketleme tesislerinde çalışan işçiler, gerekse de mikro iş olarak dağıtılmış işleri evlerindeki bilgisayarların başında yapmaya çalışan işçiler dakika dakika denetleniyor. Üretim veya hizmet hedefleri belirleniyor, bunun altında kalanlar işten atılıyor. Bazı yazarlar tarafın[1]dan Amazon modeli “ücret hırsızlığı” olarak nitelendiriliyor. Amazon ev ve iş arasındaki ayrımı ortadan kaldırıp, pandemi döneminde yoğun bir şekilde tartıştığımız ev-iş, iş-ev modelini dayatıyor. Amazonla birlikte karşı karşıya kaldığımız çalışma şartları özetle şunlar diyebiliriz:
- Binlerce işçinin uzun ve aşırı yoğun çalışma saatlerine mahkum edilmesi,
- İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin hiçe sayılması,
- İşçilerin sürekli denetlenmesi, hedef altında kalmaması için psikolojik baskı uygulanması, hedeflerin altında kalanların işten atılması,
- Tesislerinde sayısız yaralanma ve ölümün gerçekleşmesi
- Depolarında neredeyse çalışma kamplarının kurulması (işyeri-ev),
- Tüm bunlarla birlikte arka planda pek çok işi yürüten ve evden çalışan yüzbinlerce “freelancer” hayalet işçi (ev-işyeri)
- Ve günümüzdeki pandemi koşullarında binlerce pozitif vakaya karşın çalışmaya devam edilmesi…
Amazon İşçileri Yol Gösteriyor
Amazon işçilerinin mücadelelerini izlemek son derece önemli. Zira onlar tüm işçilere dayatılan bir modele karşı oldukça zorlu bir mücadele veriyorlar aslında. Sözgelimi 2021 Kasım ayının son haftasında Amazon Alabama depo işçileri ABD Ulusal Çalışma Yaşamı ve İlişkileri Müdürlüğü’ne tam zamanlı ve yarı zamanlı çalışan 1500 işçinin sendika seçimi yapması için başvuruda bulundu. Bu ABD’de bir Amazon deposundaki ilk sendikalaşma girişimi olacak. Bu girişim karşısında ise Amazon şirketinin yüksek miktarlar[1]da para harcadığı söyleniyor. Sızdırılan bir rapora göre Amazon Global Güvenlik Operasyonları Merkezi (Global Security Operations Center) işçilerin mücadelesini bastırmak için, an be an işçileri takip ediyor, Amazon’a karşı direnen her bir işçinin tarih, zaman, mekân, hangi kaynaklardan yararlandığı, her eylemin veya direnişin katılımcı sayısı tek tek tespit edilmeye çalışılıyor. İşçilerin arasına ajanların sızdığı ve istihbarat sağladığından söz ediliyor. 19. Yüzyılın sonları, 20. Yüzyılın başlarında işçi sınıfı hareketlerini bastırmak için kullanılan Pinkerton dedektiflerinden hiç farklı olmadıkları belirtiliyor.
Sermaye sınıfının tarihsel bir belleğinin olduğundan ve bundan çok iyi yararlandığından söz etmek gerek. Bir yandan güncellenmiş bir Taylorizm, bir yandan eski grev-direniş kırıcılığının yeni biçimlerde sürmesi, tüm bunlarla birlikte olumlu bir kamuoyu yaratmak için reklam kampanyaları. Öte yandan Amazon, daha başından beri, tedarik zincirlerinin bolluğunun bir gereklilik olduğunu, böylelikle herhangi bir depoda, üretim tesisinde, hatta bir ülkede gerçekleşecek eylemlerin kolaylıkla yalıtılabileceğini ve kendisine zarar vermeyeceğini öğrendi ve bu stratejiyle hareket etti. Özellikle Amazon depolarında gerçekleşen sayısız eylem bu şekilde bastırılmış oldu. İşçi haklarını gasp etmek, hukuk alanını boş bırakmamak ve lansman faaliyetleri için şirketin aslında bir ikinci merkezi daha bulunuyor ve işçilerin mücadelesine karşı sürekli faaliyet yürütüyor.
Öte yandan benzer tarihsel belleğin işçi sınıfında olmadığı konusunda kötümser değiliz. Gerek sendikalaşma, gerekse de Amazon’a dönük direnişlerde başta cılız sesler iken şimdi giderek güçlenmeye başlamış durumda. Amazon eylemleri eskisi gibi lokal değil, uluslararası çapta ses getiriyor, farklı depo, tesis hatta ülkeler arasında işçi dayanışmaları, sosyal medyanın da yardımıyla kuruluyor. Öte yandan Amazon’un zayıf karnı olan web siteleri, bulut sistemlerine erişim ve lojistik ağların önemi ve buralarda örgütlenme daha fazla önem kazanıyor.
Amazon işçilerinin mücadeleleri giderek büyüyor
Geçtiğimiz yılın sonunda “Kara Cuma”’da dünyanın farklı bölgele[1]rinde yer alan 15 ülkedeki, Amazon işçileri, eylemler düzenledi. Kara Cuma Amazon’un yıl içerisinde en fazla satış yaptığı gün ve en yoğun sezonun başlangıcı olduğu için bir kaç yıldır işçiler bu tarihte sokak gösterileri ve grevler gerçekleştiriyor. Bu yılın sloganı ise #MakeAmazonPay (Amazona Ödeme Yaptır) idi, ve eylemlerde şirketin işçi haklarını kabul etmesi, çevreye karşı sorumlu olması ve vergi kaçırmayı sona erdirmesi talep edildi. Amazon’un Brezilya, Meksika, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, İspanya, Fransa, Belçika, Almanya, Lüksemburg, İtalya, Polonya, Hindistan, Bangladeş, Filipinler ve Avustralya’daki tedarik zincirinde protesto eylemleri gerçekleştirildi. Almanya’daki altı Amazon tesisinde 3.000 kadar işçi greve çıktı. Bangladeş’te Amazon tarafından satılan kıyafetleri üreten konfeksiyon işçileri de eylemlere katıldı. Ayrıca ekoloji ve iklim konularında mücadele yürüten Yokoluş İsyanı (Extinction Rebellion) hareketinin aktivistleri, bazı sendikalar ve ekoloji mücadelesi içindeki gruplar, Amazon’un Lüksemburg’daki Avrupa genel merkezinin önünde gösteri düzenledi. Ayrıca ABD’nin New York kentinde koronavirüs salgınıyla artan sağlıksız ve güvensiz çalışma koşullar nedeniyle Amazon işçileri eylemlerini sürdürdü. İşçiler taşıdıkları dövizlerle Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’a tepkilerini dile getirdi. Noam Chomsky, Yanis Varufakis ve Bernie Sanders gibi isimlerin öncülüğünde kurulan İlerici Enternasyonal, Amazon’un daha fazla vergi ödemesi, çevreye verdiği zararı azaltması ve dünya çapındaki çalışanlarına daha iyi koşullar sağlaması için 150 ülkede 20 milyondan fazla çalışanı temsil eden UNI Küresel Sendika ile ortak yürütülen bir kampanya başlatırken, 35 ülkeden 400’ü aşkın milletvekili, Amazon’un sahibi Jeff Bezos’a hitaben yazılmış açık bir mektupla kampanyaya destek verdi.
Bu eylemlerin içeriği, talepleri vs. tartışılabilir. Ancak ortada büyümeye başlayan bir mücadele olduğu, karşımızdaki sermayenin ise güçlü ve pek çok araca sahip olduğu da bilinmeli, mücadelenin zorlukları iyi değerlendirilmeli. Sosyal medyanın yoğun ve aktif kullanımı, bir iki çalışanın olduğu işyerlerinden yüzlerce işçinin çalıştığı işyerlerine kadar işyeri bazlı değil, sektör bazlı dayanışma ağları örgütlenmesine dayanan, genç işçilerin yalnızca çalışma koşullarına ilişkin değil, onların gündelik yaşamına dair de bir şeyler söyleyen, onları buluşturan, kimi zaman eğlendiren bir örgütlenme sendikalar açısından son derece önemli. Pankartlarla yürüyen, slogan atan, kavga eden bir sendikanın yanı sıra, işçiler için sosyal bir ortam da yaratabilen, eğlenceler, yaz kampları, kimi zaman dayanışma kampanyaları ile birbirini hiç tanıma olasılığı olmayan işçileri buluşturan, tanıştıran, deneyim aktarmalarını sağlayan pratikler son derece önemli.
Ama belki de en önemlisi, bugün Amazon’a karşı yürütülen mücadelenin yarın mahallemizdeki market işçisini de, evinde proje yapan mimar-mühendisi de, kargo, kurye, depo işçilerini de etkileyebileceği. Zira bu dayatılan bir model, bu modelin küçük versiyonlarıyla evimize yemek