Başkandan: “Türk-İş dirençli ve kararlı davranışın dışında herhangi bir davranışı göstermemelidir”
Bir ülkede demokrasinin hangi düzeyde geliştiğini tanımlamanın en açık ve doğrudan kanıtı, sendikal hak ve özgürlüklerin uygulanma biçimidir. Çünkü yaşama hakkı gibi çalışma hakkı, sosyal güvenlik ve korunma hakkı, sendikaya üye olma, toplu iş sözleşmesi yapma ve grev hakkı en temel insan haklarındandır.
Ancak ifade etmeliyim ki bugün Türkiye’de örgütlenme özgürlüğünden bahsetmek olanaksızdır. Bunun en açık kanıtı Tüm Taşıma İşçileri Sendikası (TÜMTİS) Ankara Şubesi Başkanı Nurettin Kılıçdoğan’ın tutuklanmasıdır. Nurettin Başkan, kendi sendikasına üye yapmak için çalışırken “örgüt üyeliği” suçlamasıyla yargılanmış ve cezaevine girmiştir. O özgürlüğüne kavuşmadığı sürece hepimiz hapiste sayılırız. Bir sendika başkanı örgütlenme yaptığı için örgüt üyeliğinden yargılanır mı? Nurettin Kılıçdoğan sendikacıdır ve elbette örgütlenme yapacak. Sendikacılar örgütlenme yapar. Almanya Başbakanı Merkel gelir gazeteci Deniz Yücel’i cezaevinden çıkarır; ABD Başkanı Trump gelir Rahip Brunson’ı cezaevinden çıkarır; Türk-İş örgütü bir şube başkanını cezaevinden çıkaramamaktadır. Bu aşamada artık en temel insan haklarından biri olan örgütlenme özgürlüğünden bahsedemeyiz.
Demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, ekonomik kriz etkilerinin arttığı günümüzde emek ve demokrasi hareketinin ve özel olarak sendikaların yaşadığı sorunların boyutu, sanıldığından çok daha ileri düzeylerdedir.
Türk-İş 23. Olağan Genel Kurulunda konuşan genel başkanların tümü birlik beraberlik içerisinde seçime gidiyoruz diyor. Ama işin aslı böyle değil. Sendikamız Tez-Koop-İş’in işyerleri, Türk-İş yönetiminde yer alan işkolumuzdaki bir başka sendika tarafından işgal altındadır. Şu anda buralarda sözleşme imzalayamıyoruz. Türk-İş yönetimindeki bir sendika yine aynı işkolundaki bir diğer sendikaya böyle bir girişimde bulunabilir mi? Örgütleme yaptığımız yerlerde de işçiler aynı soruyu soruyor: Buna cevap verecek olan Sendikamız değil. Buna cevap verecek olan Türk-İş yönetimidir, genel başkanıdır. Birlik ve beraberlik önce kendi içimizde sağlanmalıdır. Aksi durumda iktidar ve sermayeye karşı güçlü durabilmemiz, örgütlü davranabilmemiz mümkün değil.
Türk-İş’in tarihi sınıf mücadeleleriyle doludur. Tarihimizle gurur duyuyoruz. Ancak emekçilerin sorunlarının artan, genelleşen ve derinleşen boyutlarına karşın Konfederasyonumuz Türk-İş’in yeterli uyarı görevini yapmadığını, yapamadığını, pasif bir tutum alarak suskunluğu ve durgunluğu bir kültür durumuna getirdiğini belirtmek istiyorum. Türk-İş ne yazık ki yıllardır insan hak ve özgürlükleri ile temel işçi sorunları da dahil devlet ve devlet kurumları karşısındaki örgütsel bağımsızlığını koruyamaz bir görüntü içindedir. Oysa Türk-İş, emek ve demokrasi hareketinin çıkarları, sendikal hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda sorunun çözümüne odaklanmaktan kaçınamaz, dirençli ve kararlı davranışın dışında herhangi bir davranışı gösteremez ve göstermemelidir. Demokratik eylemi ve tepkiyi öngörmeyen, bunu toplumsal sorumluluğunun zorunlu bir boyutu olarak görmeyen bir sendikal hareketin ekmek-barış-özgürlük sloganının hakkını verdiği söylenemez. Türk-İş ne bakanlıkların bürosudur ne de bakanlıklar Türk-İş’in amiridir. Türk-İş’in kuruluşunda ve 60’lı yıllarda sıklıkla tekrarlanan ‘Ankara’da Türk-İş vardır’ söyleminin son yıllarda ‘Ankara’da Türk-İş mi var’ söylemine dönüşmesinin artık sona erdirilerek, yeniden ve çok daha güçlü biçimde ‘Ankara’da Türk-İş vardır’ demenin tam da zamanıdır.