Dünden Bugüne Kadın Yönelik Şiddete Karşı Yasal Kazanımlarımız – Av. Sema Kendirci Uğurman
Öncelikle belirtmek gerekir ki; ülkemizde yürürlükte olan Ceza Yasamızda uzun süre boyunca, “kadına yönelik şiddet” diye bir kavram ya da bir suç yoktu. Bunun yerine, “aile üyelerine kötü muamele” adında bir madde vardı. Genel olarak çocukların kötü muameleyle karşı karşıya kalabilecekleri öngörülüyordu ve bu madde onları korumak adına düzenlenmişti. Dolayısıyla bu yasa kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yetersizdi.
1980’lerin sonlarına doğru, biz kadın örgütleri, ilk olarak “Dayağa Hayır!” mitingleri ile kadının maruz kaldığı şiddeti dile getirmeye başladık. Yüksek sesle, dayağın; yani fiziksel şiddetin, insan onuruna aykırı olduğunu söylemeye başladık. Mücadelemiz yıllarca devam etti.
Sonunda devlet sesimize kulak verdi ve kadına yönelik şiddetin varlığını kabul ederek bunun önlenmesini sağlamaya yönelik bir yasal düzenleme yaptı. 1998 yılında 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Yasa” hayata geçti. Yasa temelde şunu diyordu: “Şiddet uygulayan eş, hâkim kararıyla bir süre evden uzaklaştırılacaktır.”. Ancak Yasa gereken etkiyi yaratamadı; çünkü uygulamada yetersiz kaldı. Uygulamanın esas sorumluları -gerek yargı, gerekse kolluk kuvvetleri- bu yasaya yeterince sahip çıkmadılar. Kadınlar şikâyete gittiklerinde, “Kızım kocanı şikâyet etme, gelin sizi barıştıralım” diyorlardı. Buna rağmen, kadın örgütleri kadınlar arasında belirli bir bilinci yaymayı başardı.
Fakat diğer yandan, biliyoruz ki kadına yönelik şiddet çok boyutlu bir sorun ve kapsamlı çözümler gerektiriyor. Bunu bir örnekle açıklayayım: 2000’li yıllarda bir kadın eğitimine katılmıştım. Kadınlardan biri kalktı ve dedi ki “ Ben kalabalık bir ailenin geliniyim. Ben kocamı şikâyet ettiğimde, siz sanıyor musunuz ki diğer aile üyeleri bana şiddet uygulamayacak?” Bu ve benzeri örneklerden hareketle 1998’de çıkan yasanın yeni bir düzenlemeye ihtiyacı olduğuna karar verdik. Nitekim 2009 yılında yasa metninde yeni bir düzenleme yaptık: “Şiddet uygulayan eş” ifadesini, “aile bireylerinden şiddet uygulayan” olarak değiştirdik. Bu arada, 1 Ocak 2005 tarihinde yine kadın örgütlerinin büyük mücadelesi ile çok olumlu değişiklikleri içeren yeni Türk Ceza Yasası, kadına yönelik şiddetle mücadelede güçlendirici hükümlerle donatılmış olarak yürürlüğe girdi.
2011 yılında çok önemli bir uluslararası sözleşme imzalandı: Kısaca İstanbul Sözleşmesi diye bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi.” Bir ülke uluslararası sözleşmeleri imzaladığı zaman bu, şu anlama gelir: İç hukukta bu sözleşmeye aykırı hüküm varsa ya da eksiklik varsa, iç hukuk kuralları buna uygun hale getirilmelidir. Uygun şekle getirilmediği durumlarda ise; hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda, eğer iç hukuk kurallarında eksiklik varsa uluslararası sözleşme öne geçer. Nitekim Anayasamızın 90. maddesi bunu düzenlemekte ve sorunun çözümünde iç hukuka değil, uluslararası sözleşmeye bakılmasını ve uygulamada önceliğinin bilinmesini zorunlu kılmaktadır. Böylece kadın örgütleri olarak harekete geçtik ve İstanbul Sözleşmesi’nin hükümleri doğrultusunda yeni bir yasaya ihtiyacımız olduğunu söyledik. Ve 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Yasayı yaptık. 1998’den beri yürürlükte olan yasa ortadan kalktı ve çok daha geniş kapsamlı bu yeni yasa yürürlüğe girdi.
Ne yazık ki bugün hâlâ Türkiye’de bu yasaların uygulanmasının önünde ciddi engeller var. Çünkü zihniyetin değişmesi için herhangi bir girişim ve uygulama seferberliği yok. Örneğin bir hâkim, şiddete ya da tecavüze uğramış bir kadına “Gece erkeğin evinde ne işin vardı?” diyebiliyor. Bir hâkim düşünün ki sanığı değil, tecavüze uğramış kadını yargılıyor! Ya da kadın cinayetlerinde, sanıklara indirim uyguluyor. Neymiş, kadının telefonuna bir mesaj gelmiş; eşi “kıskanmış”. Bu gerekçeyle ceza indirimi uygulayan hâkimler var!
Sonuç olarak; bilinmelidir ki eşitliğin sağlanmasının; yani bir cinsin diğer cinse tahakküm etme hakkı olduğu anlayışının ortadan kaldırılmasının bir politik kararlılıkla devlet tarafından benimsenmesi, gereklilik ve hatta zorunluluktur. Devlet her fırsatta şöyle diyor: “Kadınlarımız başımızın tacı, yakamızın çiçeği…”. Kadınlar da diyor ki; başınızın tacı, yakanızın çiçeği olmak istemiyoruz! Eşit olalım istiyoruz. Her alanda! Bunun için; şiddete karşı gelmeye devam edeceğiz ve şunu hep yüksek sesle söyleyeceğiz: bize düşen en büyük görev örgütlü mücadeleye kapı açmak ve birbirimize sahip çıkmak…