Genel Başkan Haydar Özdemiroğlu:”Küresel iklim krizine karşı sendikalar daha yüksek duyarlılık göstermeli”
Sendikamız Genel Başkanı Haydar Özdemiroğlu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü münasebetiyle düzenlediği “İklim Adaleti” online programında “İklim Krizinin Çalışma Yaşamına Etkisi” konulu bir konuşma yaparak sendikamızın çok yakın bir zamanda Kaz Dağları’nda kuracağı “ekoloji okulu” çalışmalarıyla ilgili bilgiler aktardı.
Günümüzde varoluş krizi olarak da adlandırılan küresel iklim krizi, gezegenimizin en önemli sorunlarının başında yer almaktadır.
Küresel ölçekte birçok yönüyle dünyanın bugününü ve geleceğini tehdit eden iklim krizini ve yaratacağı sonuçları sadece çevresel etkileriyle yorumlamak hem sorunu basit olarak değerlendirmek olur hem de sorunun sosyal, ekonomik, demografik hatta siyasal boyutlarını sınırlandırır, darlaştırır ve basitleştirir.
İklim krizinin önemli sonuçları hiç kuşkusuz sosyal alandaki değişimlerle ve çalışma yaşamında da görülecektir.
Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun kuruluşunun 100. yılı olan 2019’da yayımladığı “Sıcak bir gezegende çalışmak: Isı stresinin emek verimliliği ve insana yakışır iş üzerindeki etkisi” adlı raporuna göre gelecekte çalışanlar ısı stresinin yoğun etkisi altında kalacaktır.
Bilindiği gibi ısı stresi, vücudun fizyolojik bozulma olmaksızın tolere edebileceğinden daha fazla ısı almasını tanımlar.
Aşırı ısı, çalışanların mesleki risklerini ve savunmasızlığını artırır; sıcak çarpmasına ve sonuçta ölüme bile yol açabilir. Artan nüfus sayıları ve kentleşme nedeniyle şehirlerde yoğunlaşan ısı alanları yani “kentsel ısı adaları”nın çoğalması, sıcak hava dalgalarının etkisini daha da yoğunlaştıracak ve işçilerin karşı karşıya olduğu riskleri ağırlaştıracaktır.
Küresel düzeyde 1 milyarı tarımda olmak üzere, işin niteliği gereği dışarıda çalışmak zorunda olan inşaat, orman, balıkçılık ve genel temizlik işlerinde çalışan; kapalı ortamlarda olmasına karşın klimasız/yetersiz havalandırma nedeniyle de farklı sektörlerde çalışan işçiler için aşırı sıcak ve soğuk ortamlarda çalışmak, ciddi bir sorundur. Çünkü bilimsel olarak 39 dereceyi aşan sıcaklıklar, çalışan işçiler için etkili önlemler alınmadığında öldürücü olabilir. Ancak ölümlerin olmadığı yerlerde bile, aşırı sıcaklıklar birçok insanı çalışamaz duruma getirebilir. Bazı işçi grupları, daha düşük sıcaklıklarda ısı stresinin etkilerine maruz kaldıkları için diğerlerinden daha savunmasızdır. Özellikle yaşlı işçiler, yüksek ısı seviyelerine karşı daha düşük dirence sahiptirler.
Küresel ısınma toplumu derinden etkilemektedir. Sadece sıcaklık artışından kaynaklı ısı stresi nedeniyle önümüzdeki yıllarda yaklaşık 85 milyon iş kaybı yaşanacağı tahmin edilmektedir. Bu durum aynı zamanda aileleri ile birlikte yaklaşık 340 milyon insanın işsizlik ve açlıkla karşı karşıya kalması demektir.
Krizin en önemli sonuçlarından birisi, daha da artacak olan göçlerdir. Birleşmiş Milletler raporlarına göre on milyonlarca insan, iklim kriz nedeniyle bulundukları topraklardan ve ülkelerden göç etmek zorunda bırakılmıştır. Bundan sonraki dönemde her yıl yaklaşık 25 milyon kişinin iklim krizinin neden olduğu afetler nedeniyle göç edeceği tahmin edilmektedir. Bu göç, emeği ile geçinen sınıfları derinden etkilemektedir; göç edeni işsizlik, açlık, kuralsız çalışma gibi sıkıntılar beklerken; göç edilen bölge ve ülkelerdeki yerli işçiyi de ayrıca baskılamaktadır. Bunun sonucunda da emekçi sınıflar karşı karşıya gelmek durumunda kalacaklardır. İklim krizine neden olan olaylar bütünü sadece doğayı ve yerküremizi tahrip etmemekte, aynı zamanda insanların barınma, beslenme, güvenlik ve çalışma haklarının da ihlalini beraberinde getirmektedir. Tüm bunları düşündüğümüzde insanların temel hakları ihlal edilmektedir. Bu nedenle iklim krizinin temelde bir insan hakları ihlali ve krizi olduğunu söylersek doğru ve gerçek bir tespit yapmış oluruz.
Günümüzde küresel iklim krizinin yaratacağı sonuçlara ilişkin zorunlu teknik önlemlerin yanında sosyal önlemlerin alınması konusunda dünya sendikaları kamuoyunu duyarlılığa çağırırken, uyarılarını tüm platformlarda gündeme getirmektedirler. Çünkü iklim krizi ve diğer çevresel bozulmaların önümüzdeki on yılda daha belirgin hale gelmesi beklenmektedir. Gezegenimizdeki tüm canlılar iklim krizinin mağdurlarıdır. Doğal olarak bu krizden en çok etkilenenler küresel anlamda en yoksul ve en düşük gelirli gruplardır. Bu grupların örgütleri olan sendikaların da en çok etkilenecekler arasında olduğu açıktır. Doğa ve topluma ilişkin eşitlik, adalet ve birlikte yaşama mücadelesi sendikaların mücadele alanlarıdır. Tez-Koop-İş Sendikası sorumlu sendikacılık yaklaşımı doğrultusunda bu görevi yerine getirmeye çalışmaktadır.
Tez-Koop-iş Sendikası iklim ve çevre konusunu sendikanın var oluş amaçları arasında saymış ve tüzüğüne de işlemiştir. Buna göre: “Yaşanabilir ve sağlıklı bir toplum için ekolojik dengeye sahip çıkmayı, ulusal ve uluslararası düzeyde çevre sağlığının geliştirilmesine ve dünya barışına katkıda bulunulmasına çalışır” hükmü eklenmiştir.
Amacımız sadece kâğıt üzerinde bir karar almak değildi. Bu amaçla da Sendikamız, Ekim 2019’da küresel iklim krizinin yarattığı tehdide karşı duyarlılık oluşturmak üzere Ankara’da “Küresel İklim Krizinin Çalışma Yaşamına Etkisi” konulu bir uluslararası Çalıştay düzenlemiştir. Çalıştaya katılan bilim insanları ve sivil toplum temsilcileri sorunun nedenleriyle yarattığı sonuçları değerlendirmişlerdir. Diğer yandan sendikamız Kaz Dağları yakınında Kozak Yaylası’nda geniş bir arazide çocuklarımızın ve gençlerimizin yararlanacağı Ekoloji Okulu’nun kurulması çalışmasını başlatmıştır. Türkiye’de ilk olacak olan bu projenin en kısa sürede tamamlanması için çalışmalar hızlandırılmıştır. Proje yaşama geçirildiğinde her yıl çok sayıda çocuğumuz ve gencimiz, çevreye ilişkin duyarlılığın anlamını uygulamada somut olarak göreceklerdir.
Sendikamızın düzenlediği Küresel İklim Krizinin Çalışma Yaşamına Etkisi Çalıştayı’nın sonuç bildirgesinde de vurgulandığı gibi “Sağlıklı bir çevrede yaşamak bir insan hakkıdır” ve sendikalar bu hakkın etkin kullanılması için her zamankinden daha fazla sorumlu davranmalı, dikkatli olmalı, eylemli olmalı ve emek harcamalıdır.
Küresel iklim krizi bugüne kadar yaşanmış felaketlerden farklıdır. Bu felaketin ulusu, ırkı, inancı yoktur, tüm dünya insanını ilgilendiren bir değişimdir. Bu nedenle özellikle;
• Toplumun dezavantajlı ve savunmasız kesimleri için güçlü “sosyal koruma” politikaları oluşturulmalıdır.
• Üretim ve bölüşümün önemli ölçüde değiştiği dünyada, yeşil ekonominin önceliği gelir eşitleyici ve yeniden bölüşüm politikalarının oluşturulması olmalıdır.
• Kapsamlı ve sürdürülebilir sosyal güvence sağlanmalıdır.
• Tam ve verimli çalışma için çalışma süreleri yeşil ekonomiye uygun hale getirilmelidir.
• İklim değişikliğini tersine çevirmeyi amaçlayan kampanyalar desteklenmelidir.
• Hükümetin, şirketlerin, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin ekolojik sürdürülebilirliği sağlayacak önlemler almalarını sağlamak için eylem ve kampanyalar yapılmalıdır.
• Politikalar ve planlar daha yeşil endüstrileri teşvik etmeli ve ayrıca endüstriyel dönüşümlerinden etkilenen çalışanlar için “Adil Dönüşüm” garantisi vermelidir.
• Yeşil sanayi politikaları (yenilenebilir teknolojiler; toprağın verimli kullanımı) geliştirilmelidir.
– Tüm dünyada küresel ısınma ile ilgili kişilerin alması gereken önlemler ve yaptırımlar için eğitimin her kademesindeki okullarda yoğun olarak öğretilmeye başlanmalıdır.
– Sibirya turbalarında donmuş toprak katmanında depolanmış 700 milyar ton metan gazının salınımının dikkatle izlenmesi ve her türlü önlemin aksatılmadan alınması,
– Tatlısu ve denizlere dökülen zehir atık ve artıkların hızlı biçimde arıtılması,
– Çevre bozulmasına neden olan güçlerin en aza indirilmesi için uluslararası anlaşmaların hızlı biçimde yürürlüğe girmesi… gibi önlemlerinin mutlaka yaşama geçirilmesi zorunludur.
Dünyanın önümüzdeki otuz yıl içinde karşılaşacağı en önemli zorluğu aşmak için vakit kaybetmeksizin hemen şimdi başlamalıyız, yoksa iklim değişikliğine karşı savaşı kaybedeceğiz.
Küresel iklim değişikliğini geriye döndürmek için “Sıfır karbon” ekonomisini hedeflerken, işçi haklarının zarar görmesi asla kabul edilemez. Geniş halk kitleleri ve işçi sınıfı iklim krizinin sorumlusu değildir. Ekonomik krizlerin ve iklim krizinin de sorumlusu açgözlü sermaye çevreleri ve onlara göz yuman hükümetlerdir.
Bir yandan doğayı tahrip ederken diğer yandan sözde sosyal sorumluluk projeleri yürüten enerji ve madencilik şirketleri iklim krizine çare üretemezler. Enerji ve doğal varlık yönetiminde demokratikleşmeye dayalı yeni bir ekonomik model mümkündür ve zorunludur.
Sürdürülebilirliğin temel prensibi, doğadaki kaynakların tükenebilir olmasından hareketle, kaynakları akılcı biçimde kullanmaya odaklanmaktır. Sözlerime son verirken;
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde İnsan Hakları Bildirgesi’nin “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşittir” ve “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” vurgusunu özellikle tekrarlamak istiyorum.