Tez-Koop-İş Kadın Sayı 14

Ortak bir Meta olarak Emek: Türkiye İş Gücü Piyasasındaki Mülteciler

Gizem Karslı / İstihdam ve Eğitim Uzmanı, ILO Türkiye Ofisi

Zorla yerinden edilme, insanlık tarihinin karşıya kaldığı en karmaşık ve çözümü zor sorunlardan biri haline gelmiştir. Birleşmiş Millet Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 2022 verilerine göre, dünya üzerinde 100 milyon insan zorla yerinden edilmiştir.[1] Bu sayılara göre dünya üzerindeki her 100 insandan birinin yaşamını tehdit altında olduğu endişe ve korkusuyla ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. 2011 yılından bu yana devam eden savaş nedeniyle komşu ülkelere ve Suriye’nin görece güvenli bölgelerine göç eden mültecilerin sayısı ise 14 milyon civarındadır. Türkiye, ev sahipliği yaptığı yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli mülteci ve 1,5 milyon Afganistan ve Irak başta olmak üzere farklı ülkelerden gelen mülteci ile dünyada en çok mülteci barındıran ülke konumundadır. Her ne kadar resmi söylemde Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler olarak tanımlanmış olsalar dahi, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki statüsüne ilişkin sözleşmede yer verilen aşağıdaki tanımdan hareketle, bu makale Suriyeli mülteciler tanımını kullanmaktadır. Bahsi geçen sözleşmeye göre mülteciler eziyet, saldırı, çatışma ve/veya toplum huzurunu ciddi şekilde bozan diğer durumlarda geldikleri ülkelerin dışında bulunan ve bunun sonucu olarak da ‘uluslararası koruma’ talebinde bulunan kişilerdir. Bu noktada ‘vatandaşı oldukları’ tanımı yerine ‘geldikleri’ ülke tanımı bilinçli olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Suriye’de ikamet etmekteyken, çıkan iç savaş sonrası Türkiye’ye sığınmış Filistinliler ve vatansız kişiler de Suriye vatandaşı olmamalarına rağmen mülteci kabul edilmekte, Türkiye’de ise geçici koruma statüsüne erişebilmektedir.

Türkiye, Suriyeli mültecilerin gelmeye başladığı ilk yıllardan bu yana büyük oranda kamp dışı yerleşime yönlendirme politikası izlemiştir. Bunun sonucu olarak Suriyeli mültecilerin %95’inden fazlası kamp dışında, iş imkanlarının daha çok olduğu büyükşehirlerde ikamet etmektedir. Mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları ilk on il sırasıyla İstanbul, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa, Adana, Mersin, Bursa, İzmir, Konya ve Kilis olarak verilebilir. Resmi verilere göre sayıları 500 bin olarak verilse de İstanbul’da ikamet eden mültecilerin sayısının 1,6 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir[2]. Çeşitli Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporlarında[3] da yer aldığı üzere, tekstil/giyim, ağırlama hizmetleri, tarım ve inşaat mültecilerin yoğun olarak çalıştığı sektörler olarak verilmektedir.  Başta, tarım, inşaat, hizmet ve tekstil olmak üzere mültecilerin yoğun olarak çalıştığı bu sektörler, kayıt dışı çalışma pratiklerinin de en çok görüldüğü sektörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Mültecilere yönelik çoğu rapor ve akademik çalışma mültecilere tanınan yasal statü ve kurumsal düzenlemelere odaklanırken, Türkiye hükümetinin açık kapı politikasını takip eden kamp dışı yerleşime yönlendirme politikalarının nedenini irdeleyen çalışma sayısı görece daha sınırlı kalmıştır. Bu eksikliği ele alan kimi çalışmalar[4] devletlerin benzer politikalarının nedenleri arasında ekonomik dengeler ve emek piyasalarını olduğunun altını çizmektedir. Turner referans verilen makalesinde bu politikayı ‘devletlerin işgücü piyasası gereksinimlerine artı olarak gördükleri belirli sosyo-ekonomik sınıflardan mültecileri mekânsal olarak ayırdıkları bir araç’ olarak tanımlamaktadır. Siyasi ve ekonomik seçkinler arasında, sanayinin kol gücüne ihtiyaç duyduğu kentsel alanlara yerleşen mülteciler üzerinden işgücü maliyetlerini düşürülürken işgücü arzını artırmaya hizmet etmekle eleştirilmektedir.. Bu politikaların bir sonucu olarak mülteciler kayıt dışı işlerde, neredeyse zorla çalıştırma olarak tanımlanabilecek koşullarda hayatlarını idame ettirebilmek için çalışmaktadır. Bu noktada kamuoyunda sıklıkla dile getirilen mültecilere yönelik sosyal yardım eleştirilerine dair bir not düşmek yerinde olacaktır. Yaygın olarak bilinenin aksine, Suriyeli mültecilere sağlanan sosyal uyum yardımı kamu bütçesinden değil, Avrupa Birliği tarafından sağlanan bütçelerden karşılanmaktadır. Toplam hane halkı sayısına göre kişi başı aylık 120 Türk lirası üzerinden hesaplanan bu yardım, hane halkından herhangi bir bireyin kayıtlı istihdam edilmesi halinde kesilmektedir. Suriyeli bir ailenin ortalama hane haklı büyüklüğünün yaklaşık 6 kişi olduğu düşünüldüğünde, sağlanan bu yardım temel ihtiyaçların karşılamaktan çok uzak olduğu söylenebilir. Bu nedenle, derin yoksulluk; din, dil, ırk ayrımı olmaksızın, Türkiye’deki mavi yakalı çalışanların tümünü tehdit eden ve giderek artan bir risk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mültecilere yönelik çalışmalar yürüten sivil toplum örgütleri ve ILO’nun önemli bir parçası olduğu Birleşmiş Milletler kurumları, insana yakışır ve kayıtlı istihdama erişimi desteklemeye yönelik çalışmalarında eşitlik ilkesini benimseyerek kimseyi geride bırakmadan hem mültecileri hem de ev sahibi grupları desteklemeye devam etmektedir. Bu kapsamda, ILO Türkiye Ofisi tarafından yürütülen İşyeri Uyum Programı bir örnek olarak verilebilir. Aynı işyerinden eşit sayıda mülteci ve Türkiyeli çalışanın katıldığı bu program, katılımcıların temel çalışma hakları konusundaki bilgilendirmek, toplumsal cinsiyet ve kültürlerarası diyalog gibi konulara eğilerek, işyerindeki çalışma barışını güçlendirmeyi ve nihai olarak toplumsal uyuma katkı sunmayı hedeflemektedir. Program, çalışma hayatında işçilerin karşı karşıya kaldıkları, kalabilecekleri sorunların aslında aynı olması ve kalıcı çözümlerin ancak ayrışmadan uzak ortak bir talep ile mümkün olacağı prensibi üzerine kurulmuştur. Program temel insan hakları yaklaşımını benimseyerek, Rittersberger-Tılıç ve Bal (2019)[5] tarafından da dile getirilen zorla yerinden edilen bireylerin hem kendilerini sorumlu/suçlu tutma hallerini, hem de kendi iradeleri dışında zorlandıkları göç nedeniyle suçlanma hallerine de çözüm sunmayı hedeflemektedir.

Mülteciler de diğer tüm bireyler gibi hayatlarını idame ettirebilmek, gıda, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışmak ve çoğunlukla ellerindeki tek sermaye olan emeklerini satarak, geçim kaynağı yaratmak zorundadırlar. Bu noktada, herhangi bir milliyet, din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın, sürece sınıfsal bakabilmek önem taşımaktadır. Zira, yoğun kayıt dışılık ile mücadele, insana yakışır çalışma koşullarının ve ücretlerin kazanımı, ortak sorunlara, ortak akıl ile yaklaşmak ile mümkün olacaktır. Mültecilere yönelik uygulanan ayrıştırıcı politikalar, derinleşen yoksulluk, çaresizlik ve yalnızlık nedeniyle zorla yerlerinden edilmiş grupları daha kötü koşullarda ve daha az ücretle çalışmaya mecbur bırakarak, bir alt sınıf oluşturma riskini de beraberinde getirir. Bu durum, sadece mültecilerin değil tüm çalışanların emeklerinin karşılığı olan kazanımlarını riske atacaktır.

Kadınların istihdama katılımı Suriyeli mülteci kadınlar arasında da oldukça düşüktür. Her ne kadar farklı ülkelerde doğup, farklı kültürlerle büyümüş olsalar dahi kadınların istihdama erişimdeki yaşadıkları güçlükler benzerdir. Birleşmiş Milletler Cinsiyet Eşitliği ve Kadınların Güçlendirilmesi Kurumu ve Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği tarafından hazırlanan kadın istihdamı raporu verilerine göre;

  • Suriyeli kadınların % 8’inin çocuk bakımı sorumlulukları,
  • %20’sinin erkek hane reislerinden izin/onay alamaması,
  • ‘inin yaşlı ve engelli hanehalkı üyelerine bakma sorumlulukları aktif olarak iş aramadığını belirtmektedir.

Türkiye’de kadın hareketinin aşina olduğu ve uzun yıllardır mücadele ettiği bu sorunlu cinsiyet rollerinin yanı sıra, çoğu sivil toplum kuruluşu ve Birleşmiş Milletler kurumunun kadın istihdamını desteklerken geleneksel olarak kadın meslekleri olarak tabir edilen kuaförlük, terzilik gibi çoğunlukla kayıt dışı olarak hane içinde gelir getirici işlere odaklandıkları da eleştirel bir not olarak düşülmelidir. Bu tür destekler, kadının istihdama katılımını değil, sadece, sosyal koruma ve güvenceden uzak düzensiz gelir elde etmesini desteklemektedir. Bu da kadının istihdama katılımı önünde yukarıda bahsi geçen engellerin yeniden üretilmesi riskini taşımaktadır. Bu noktada kadınların her sektörde kayıtlı istihdama katılımı teşvik edilmeli ve ebeveynlerin ücretsiz çocuk bakım hizmetlerine erişimi desteklenmelidir.

Son olarak, kayıt dışı ekonominin ve sosyal güvencesiz çalışma koşullarının bir sonucu olarak karşımıza çıkan işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin riskler, iş göremez hale getiren ve ölümlü iş kazaları ve meslek hastalıkları risklerinin de altı çizilmesi gerekmektedir.

2023 yılındaki genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle siyasi gündemin geri dönüş senaryolarına yoğun bir şekilde odaklandığı görülmektedir. Ancak, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği tarafından 2021 yılında yapılan açıklamalar,[6] mültecilerin geri dönüş olasılığına ilişkin ciddi endişelerin devam ettiğine işaret etmektedir. Suriye’deki çatışmalar devam ederken, hayatı risk teşkil eden patlayıcı savaş ve çatışma kalıntılarının halen temizlenmemiş olması, insan hakları ihlalleri ilişkin ciddi riskler, farklı gruplar arasında devam eden gerginlikler ve çatışma olasılıkları yerleşim yerlerinin ciddi hasar görmesinden ötürü barınmaya erişim önündeki engeller ve temel ihtiyaçların karşılanmasını engelleyecek altyapının yıkılmış olması nedeniyle yakın gelecekte uluslararası hukuka uygun şekilde geri dönüşlerin gerçekleşme olasılığı oldukça düşüktür.

Suriyeli mültecilerin işgücüne katılımına ve topluma uyumuna yönelik gerçekçi, uygulanabilir ve uzun vadeli politikaların geliştirilmesi, sadece mültecilerin değil, işgücüne katılan tüm emekçilerin haklarının korunması, insana yakışır işlerde, adil ücretlerle çalışması için gereklidir. Bu kapsamda, en kritik olan, kutuplaştırma çabalarına karşı, her seviyedeki hak arayışlarında ve taleplerinde, yine hak temelli bir yaklaşım sergileyebilmektedir.

 



[4] Turner, L. (2015). Explaining the (non-) encampment of Syrian refugees: security, class and the labour market in Lebanon and Jordan. Mediterranean politics, 20(3), 386-404.

Toksöz, G. (2018). Irregular migration and migrants’ informal employment: A discussion theme in international migration governance. Globalizations, 15(6), 779-794.

[5] RITTERSBERGER-TILIÇ, H., & Sevil, B. A. L. (2019). Türkiye Emek Piyasasinda Mülteciler/Göçmenler: Görünmeyen Emek ve Görünen Politika Üzerine Bir Değerlendirme. Nüfusbilim Dergisi41(1), 26-51.

[6] UNCHR, (2021). International Protection Considerations with Regard to People Fleeing the Syrian Arab Republic – Update VI

 




İlgili Makaleler

Başa dön tuşu