7 Ekim Dünya İnsana Yakışır İş Günü: “İşin İnsanca Olması, Çalışma Yaşamının Temelini Oluşturmalıdır”
Çalışma yaşamı soyut bir kavram değildir. İnsan emeği, çalışma etkinliğinin odağındadır; somut bir gerçekliktir.
Her insanın onur ve haklar açısından eşit doğduğu; herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal ya da sosyal köken gibi nedenlerle herhangi bir ayrım gözetmeksizin temel insan haklarından ve bütün özgürlüklerden yararlanması gerektiği günümüzde artık tartışmayan evrensel bir değerdir. Bu bağlamda insan hakları, özgürlük, eşitlik ve adalet kavramları biribirlerini koşullandıran ve güçlendiren kavramlardır. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü insana ilişkin değerlerin oluşmasında ve bu değerlerin güvence altında tutulmasında zorunlu ön koşulları yaratır.
Çalışma yaşamının insana yakışır koşullarda sürdürülmesi ya da insan onuru ile bağdaşır olması, ancak bu kavramların yaşam bulduğu ortamda olanaklıdır.
İnsana yakışır iş, tüm çalışanların geleceğinin güvence altında tutulduğu; siyasal, sosyal ve ekonomik nitelikli her türden örgütlenme hakkının tanındığı; söz, temsil ve demokratik eylem hakkına saygı duyulduğu; cinsiyet, ırk, renk veya sosyal köken, kalıtımsal özellik, dil, din veya inanç, siyasal veya herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, bireysel özellik, engellilik, yaş veya cinsel yönelim gibi nedenlerle ayrımcılığa uğranmadığı, nefret söylemleriyle aşağılanmadığı, dışlanmadığı, açık ya da gizli şiddetle karşılaşmadığı, bilinçli ya da bilinçsiz eşitsizlikler ortamında kalınmadığı koşullarda yürütülen çalışmadır.
Ekonomik ve sosyal haklar konusunda büyük sorunların yaşadığı ve bu sorunların iç ve dış faktörlerle siyasal iktidarların sosyal politikasızlığına bağlı olarak arttığı ülkemizde, insanca çalışma koşulları toplumsal riskler ve tehditler altında bulunmaktadır.
Bu toplumsal gerçekliğin birçok olumsuz görünümü bulunmaktadır.
78 milyonu geçen nüfusun yaklaşık 11 milyonu sosyal güvenlik kapsamı dışındadır ve yaklaşık 13 milyon insan yoksulluğun tutsağı durumundadır. Her dört kişiden birinin işsiz olduğu Türkiye’de, genç ve kadın işsizliği oranları yapısal bir özellik göstermektedir. Bu durum gerçekte sosyal bir tehdittir, trajiktir ve düşündürücüdür,
Gündelikçi ve eğrelti işlerde büyük çoğunluğu kayıt-dışı biçimde çalışanların sayısı hızla yaygınlaşmaktadır. Emek sömürüsünün barbar uygulamalarından olan taşeronda çalışma, 2 milyonun üzerindedir. Bunun yaklaşık 1 milyon 500 bini kamu kurum ve kuruluşlarında bulunmaktadır.
Çocuk işçiliğinin yaygın olduğu ülkemizde sendikal özgürlüklerden ve toplu iş sözleşmesi haklarından yararlananların sayısı yüzde 10’lar düzeyindedir. İşgücüne katılımı yönünden oldukça düşük oranlarda bulunan kadın emeği ayrımcılık, dışlanma ve eşitsizlik ortamındadır. Demokrasinin ve sendikal hak ve özgürlüklerin temel kriterlerinden biri olan grev hakları yasaklar altında tutulmaktadır.
Güvence altında bulunmayan, örgütlenme hakları kısıtlanan, baskı altında tutulan ve ayrımcılık altında bulundurulan emeğin, insanca çalışma ortamından daha da uzaklaşacağı kesindir. Bu nedenle emeğin örgütlenme gücünü ortaya koyan, ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlara duyarlılıkla yaklaşan ve örgütsel bağımsızlıklarını titizlikle koruyan sendikalar, ekonomik ve toplumsal olumsuzlukların giderilmesi, insan onuruna yakışır iş ortamının sağlanması doğrultusunda daha etkin davranmak, hakların korunması ve genişletilmesi amacıyla güç ve eylem birliği oluşturmak zorundadır.
Çalışmanın insanca olması, insan onurunu yüceltecek öncelikli unsurlardan biridir.
İşin insanca olması, çalışma yaşamının temelini oluşturmalıdır