“Gel, haydi gel!” 1 Mayıs meydanları bizleri nereye ve neden çağırıyor? – Prof.Dr. Nejla Kurul
Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, bu yıl da fabrikalardan, evlerden, atölyelerden, bürolardan, mağaza reyonlarından, okullardan, tersanelerden, çöp kamyonlarından, alın teri döktüğümüz her işyerinden çıkıyor; alanlarda, meydanlarda buluşuyoruz
Giriş
Yaklaşan 1 Mayıs, Türkiye’de Onur Akın’ın şarkısında anlattığı gibi bir duygu bırakıyor sanki. İşçi sınıfının neo-liberal otorilerleşme nedeniyle alanlardaki düşünce ve duygu ortaklığından çekilmesinin yol açtığı kederin yanı sıra 1 Mayısların sönmeyen ateşini canlı tutanların sevinci bir arada yaşanıyor. Tüm bunlar, “Oy dilsizim, oy gülmezim, yağmur yüreklim, oy çiçek bakışlı yârim, rüzgarım benim!” şarkısında karşılanıyor adeta. Bir dize ve bir şarkı da çağrışım yapıyor yine. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in eşsiz dizelerinde ifade ettiği ve Selda Bağcan’ın su gibi sesinden dinlediğimiz gibi “yaprak döker bir yanım, bir yanım bahar bahçe!” Bir yanımız 1 Mayıs’larda çok acı çeken geçmiş kuşağın işçilerinin acılı ağırlığı, bir yanımız yârimiz işçi sınıfından umudu kesmeme halinin umudu ve cesareti! “Kır gündelik yaşamın rutinini!” “1 Mayıs’ta, Gel alanlara!” diyen ses!
1 Mayıslarda bizleri alanlara, 1886’da 8 saatlik iş günü eylemine katıldığı için üzerine ateş açılması sonucu hayatını kaybeden 10 kişi ile idam edilen bu olayların sorumlusu olarak gösterilen 4 işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES’ların yüzleri, elleri ve “inadına alanlara gelin!” diyen sesleri çağırıyor. Öte yandan coğrafyamıza geldiğimizde, bizleri alanlara çağıran Türkiye’den sesler, Taksim Meydanı’ndan yükseliyor. 1977, 1 Mayıs’ında ateş açılması sonucu hayatını kaybeden 34 emekçi, Tez-Koop-İş Sendikası’nın 1 Mayıs videosunda ifade ettiği gibi “Gel, gel!” diyerek bizleri alanlara çağırıyor. İşçi sınıfının tüm çeşitliliği içinde gücü 1 Mayıs alanlarında görülür, yaygınlığı, yoğunluğu ve hızı meydanlarda hissedilir. Bizi alanlara sürükleyen şey sadece keder dolu belleğimiz değildir; şimdiki ve gelecek kuşakların, sokaklarda “hak, hukuk adalet!” talep eden gençlerin sesi de emekten, demokrasiden ve doğadan yana bir cumhuriyet için bizleri alanlara çağırıyor. İşçiler ve emekçiler olarak “artık yeter, yaşamak istediğimiz politik iklim bu değil!” diyen duygu ve düşünce seli, 1 Mayıs meydanlarında toplaşır.
Dünyada 1 Mayıs’ın doğuşu
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında işçi sınıfı, 8 saatlik iş gününü elde etmek için sürekli bir mücadele içindeydi. Çalışma koşulları ağırdı, ölümcüldü ve güvensiz koşullarda günde 10 ila 16 saat çalışmak oldukça yaygındı. Birçok işyerinde ölüm ve yaralanma olağan bir durumdu ve bu acımasız koşullar Upton Sinclair’in The Jungle (Orman) ve Jack London’ın Demir Ökçe gibi kitaplarına ilham kaynağı oldu. 1860’lı yılların başlarında, çalışan insanlar ücretlerde kesinti olmaksızın iş gününü kısaltmak için mücadele ettiler, ancak 1880’lerin sonlarına kadar örgütlü emek 8 saatlik iş gününü ilan etmek için yeterli gücü toplayamadı. Bu ilan işverenlerin rızası olmadan yapılmıştı, ancak işçi sınıfının çoğu tarafından talep ediliyordu.[1]
1 Mayıs günü, 139 yıl önce sermaye sınıfının sömürüsüne karşı işçi sınıfının en görkemli günlerinden birini anımsatıyor. 1886’da Amerikan Emek Federasyonu’nun “8 saat, 1886 Mayıs’ının 1’i itibariyle yasal günlük çalışma süresi olmalıdır” ifadelerini taşıyan tarihsel önergeyi kabul etmesi ile başladı. Bugünün öncesindeki aylarda, binlerce işçi daha kısa çalışma günü için mücadeleye katılmıştı. Nitelikli ve nitelikli olmayan, siyah ve beyaz, erkek ve kadın, yerli ve göçmen tüm işçiler eylemlere katılmışlardı. Sonunda 1 Mayıs günü geldi ve işçilerin gösterisi başladı. 1 Mayıs’ta 200 bin Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Polis yasa dışı olarak değerlendirdiği eyleme müdahale etti.[2]
1886 1 Mayıs’ında yapılan eyleme katılanlar üzerine ateş açılması sonucu 10 kişi hayatını kaybetti. Bu olayların sorumlusu olarak 8 işçi lideri tutuklandı. Bunların arasından 4 işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1 Mayıs 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için idam edildi. Öncü işçiler yargılanırken ve idama götürülürken ifade ettikleri gibi, işçilerin haklarını savunmak suç olamazdı. Çok uzun saatler boyunca sefalet içinde çalışan, bu koşullardan kurtulmak isteyen işçilerin çaktığı bu kıvılcım, bu ateş asla söndürülemedi. 1 Mayıs 1890’da işçi bayramı olarak alanlarda kutlandı. Bundan sonra da dünyanın her yerinde işçi sınıfı ve emekçiler bugünü kutlamaya devam ettiler. 1 Mayıs işçi sınıfının insanca çalışma için gösterdiği direnişin simgesidir. Ve bu simge her yıl yeniden ve yeniden alevlenmektedir.[3]
1889’da İkinci Enternasyonal’in ilk toplantısı, Raymond Lavigne tarafından Chicago protestolarının 1890 yıldönümünde uluslararası gösteriler yapılması çağrısında bulunan bir önerinin ardından Paris’te yapıldı. 1 Mayıs 1890’da yapılan çağrı üzerine ABD’de ve Avrupa’nın birçok ülkesinde 1 Mayıs gösterileri düzenlendi. Şili ve Peru’da da gösteriler yapıldı. 1 Mayıs, Enternasyonal’in 1891’deki ikinci kongresinde resmen yıllık bir etkinlik olarak kabul edildi. Ardından 1894, 1 Mayıs ayaklanmaları meydana geldi. Amsterdam 1904 Uluslararası Sosyalist Kongresi, “tüm ülkelerin Sosyal Demokrat Parti örgütlerini ve sendikalarını 1 Mayıs’ta 8 saatlik işgününün yasal olarak tesis edilmesi, proletaryanın sınıfsal talepleri ve evrensel barış için enerjik bir gösteri yapmaya” çağırdı. Kongre, ‘tüm ülkelerin proleter örgütlerine, işçilere zarar vermeden mümkün olan her yerde 1 Mayıs’ta işi durdurma zorunluluğu’ getirdi. İkinci Enternasyonal’den bu yana 1 Mayıs çeşitli ülkelerin en önemli bayramlardan biri oldu.[4]
Düşünür Rosa Lüksemburg, Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği yıllara dek 1 Mayıs’ın üç büyük evreden geçtiğini ileri sürüyor:[5]
- İlk 1 Mayıs yıllarında, işçi sınıfı grevi bir mücadele aracı olarak keşfetti ve kullandı. Grevler, milyonlarca sömürülen ve ezilen emekçiler için “güç duygusunu ve mücadele etme sevincini” pekiştirdi. Öte yandan, tüm ülkelerin burjuvazisi sınıf mücadelesinin bu yeni gösterisini en büyük “korku ve en derin nefretle” karşıladı.
- Sonraki dönemde egemen sınıflar sakinleşti ve 1 Mayıs kutlamalarının tamamen göstermelik karakterini kabul etti. Öte yandan, işçi hareketinin ardından ağırlıklı olarak parlamenter mücadelenin ve siyasi ve sendikal örgütlenmenin sessiz sedasız genişlediği uzun bir dönem gelecekti… 1 Mayıs kutlamaları giderek burjuva toplumunun belli bir gönül rahatlığıyla izlediği barışçıl bir halk bayramına dönüştü.
- Son yıllarda işçi hareketinin durumunda gözle görülür bir değişim yaşandı. Savaş alanında yeniden keskin bir rüzgâr esiyordu. Doğuda, büyük Sovyet Devrimi; Almanya’da, ekonomik ve siyasi mücadelenin doruk noktası ve yoğunlaşması: sanayi işçilerine karşı kapsamlı bir lokavt eylemi ve işçi sınıfının parlamenter lokavtı için tüm burjuva partilerinin birleşmesi. Fransa’da “radikal” hükümet tarafından sendikalara karşı acımasız bir kampanya yürütülmekte ve bir dizi sert ücret mücadelesi yaşandı. Proleter örgütlerin son on beş yıldaki güçlü büyümesinden ve Sovyet Devrimi’nden tedirgin olan uluslararası kapitalizm gergin, vahşi ve saldırgan hale geldi.
Emekçiler, “böyle gelmiş böyle gider” anlayışına karşı adil, eşitlikçi, demokratik ve özgür başka bir toplumsal düzenin arayışı için yolda olma halinin mümkün olduğunu gördü.
Türkiye’de 1 Mayıs’ın tarihçesi
Osmanlı işçi sınıfının ağır sömürüye, haksızlıklara, baskılara olan tepkisini kitlesel ve yaygın şekilde ortaya koyabilmesi esas olarak 1900’lerin başında mümkün olabilmiştir. İkinci Meşrutiyet’in 1908’de ilanından bir yıl sonra 1909 yılında ilk kez 1 Mayıs, Üsküp ve Selanik’te kutlandı. Selanik’te Rum, Türk, Yahudi, Bulgar işçiler kol kola yürüdüler. Selanikli işçiler 1910 ve 1911 1 Mayıslarında da meydanlarda olmayı sürdürdüler. İstanbul’da 1912 yılında Pangaltı’nda bulunan Belvü Bahçesi’nde 1 Mayıs kutlaması yapıldı. Daha sonra 1 Mayıs’lar yıllarca “bahar bayramı” olarak anıldı.[6]
Cumhuriyetin kuruluş yılları
1 Mayıs, 1920’ye kadar savaş nedeniyle kutlanamadı, 1921’de işgal kuvvetlerinin yasaklamalarına karşın kitlesel 1 Mayıs gösterileri yapıldı. 1922 ve 1923’de ilk kez 1 Mayıs gerçek anlamı ve içeriğiyle kutlandı. İstanbul-Ankara-Adapazarı, Mersin ve İzmir’de emperyalist işgalcilere ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadeleye dönüştürüldü. 1923 yılında İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs Türkiye işçilerinin bayramı olması benimsendi. Bu yılın 1 Mayıs’ı İstanbul- Ankara- İzmir- Adapazarı’nda kutlandı. 1924’de hükümet 1 Mayıs’ı yasakladı. Buna rağmen 8 saatlik çalışma günü şiarıyla çeşitli şehir ve işyerleri işçileri, 1 Mayıs işçi bayramını kutladılar. 1935’de 1 Mayıs “bahar bayramı” olarak tatil günleri arasında yerini aldı. 1960’lardan itibaren işçi sınıfının mücadelesinde önemli gelişmeler oldu.
1960 Anayasası ve toplu sözleşme/grev hakları için mücadeleler
Güçler ayrılığı, cumhurbaşkanı olan kişinin partisi ile bağının kesilmesi, yargının bağımsızlığı gibi ilkelerin benimsendiği 1960 Anayasasından sonra işçi hareketi daha da canlandı ve 1950’lerin emek mücadelesine grev hakkı için yeni mücadeleler eklenerek grev hakkı 1960 Anayasası içinde yer aldı.[7] Türk-İş’e bağlı İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’nin 31 Aralık 1961’de İstanbul’da düzenlediği ve 100 binden fazla işçinin katıldığı tahmin edilen Saraçhane Mitingi, işçileri anayasada yer alan toplu sözleşme ve grev haklarının bir an evvel yasalaşmasını sağlamak amacıyla yaptıkları eylemlerin en önemli ve kitlesel olanıdır. Bu miting, işçi sınıfının sosyal ve siyasal anlamda da bir sınıf haline gelmekte olduğunun habercisi olarak değerlendirilebilir.
Bu gelişmeler 1970’lerde daha da ileri boyutlara taşındı. İşçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlayan, sendika değiştirmeyi güçleştiren bir yasa tasarısına karşı duran 15-16 Haziran 1970 işçi hareketi, Türkiye’nin en büyük işçi eylemlerinden biri olarak tarihe geçti.[8] Sınıf mücadelesi işyerlerinde sürerken, ancak yıllar sonra 1976 yılında 1 Mayıs, İstanbul’da Taksim Meydanı’nda kutlandı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun düzenlediği 1976 1 Mayıs’ı, kitlesel 1 Mayıs kutlamalarının yeni bir başlangıcı oldu. Kitlesel anma ve kutlamalar, işçi sınıfının yüzbinlerce işçinin yan yana gelişiyle ortaya koyduğu gücün ve bu güçle doğal taleplerini kamuoyuna duyurduğu çok önemli bir zemindir. 1 Mayıs, bölünmüş ve ayrı ayrı işyerleri ve kurumlarda parça parça hale getirilmiş işçi sınıfının, kent meydanlarında aynı zamanda buluşmasının ve sözünü söylemesinin gerçekleşmesidir.
Bu bağlamda 1 Mayıs 1977’de İşçi Bayramı’nı kutlamak üzere yaklaşık 500 bin kişinin büyük umutlarla Taksim Meydanı’ndaki kutlamalara katılımını yeniden düşünelim. İşçi bayramı söylemi, artık işçilerin uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününe doğru evrilmektedir. Ancak 1886’da ABD’de olduğu gibi işçi sınıfının üzerine bir karanlık çöktü. Dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türker konuşma yaptığı sırada silah sesleri duyulmaya başlandı ve o zamanki adı Intercontinental Otel olan The Marmara Oteli’nin üst katlarından kitlenin üzerine ateş açıldı. Meydanda çıkan panikle birlikte kitlenin bir kısmı Kazancı Yokuşu’na yöneldi. Yokuşta bir kamyonun yolu tıkaması sonucu izdiham yaşandı. 1977 1 Mayıs’ında kayıtlı 34 kişi hayatını kaybetti. [9]
1977’de yaşanan bu çok kederli 1 Mayıs’tan bir yıl sonra yüz binlerce kişi Taksim Meydanı’nda toplandı. Alanın güvenliğini işçi örgütleri ve siyasi partilerin sağladığı 1978 1 Mayıs’ında herhangi bir olay yaşanmadı. 12 Eylül askeri darbesinden bir yıl önce 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağı ilan edilerek 1979’da 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. Yasağa uymayan 1000’e yakın kişi gözaltına alındı.
12 Eylül askeri darbesi
1980’de 12 Eylül darbesinden önce son yasal 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. İstanbul, Ankara ve İzmir’in sıkıyönetim altında olduğu dönemde gösteriler yasaklandı. Askeri darbe yönetimi altındaki Türkiye’de 1981 yılında Millî Güvenlik Konseyi; o zamana kadar ‘Bahar Bayramı” adıyla resmî tatil günü olan 1 Mayıs’ı resmi çalışma günleri arasına dahil etti. İstanbul Emek Sineması’nda 1987’de 12 Eylül askeri darbesi sonrası ilk resmi bildirimli 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirildi.
Dört konfederasyon bir arada, 1 Mayıs alanlarında!
Çok sayıda konfederasyonun yan yana gelebildiği 1996 yılında 1 Mayıs; Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK’in düzenlemeleriyle İstanbul, Ankara. İzmir, Mersin, Adana, Samsun başta olmak üzere birçok ilde kutlandı. 1 Mayıs’ı konfederasyonlar olarak birlikte kutlama yönelimi, 2003 yılına dek devam etti. Ancak 2004’te İstanbul’da konfederasyonlar 1 Mayıs’ı iki ayrı alanda kutladılar, bu da işçi sınıfının ortak duruşunu ve birliğini zedeledi. Öte yandan 2009 yılına dek 1 Mayıs işçilerin ekonomik ve demokratik hak mücadelesi olmak yerine iktidarca “suçlulaştırılarak” anıldı. Ancak sendikalar ve emekçiler, İstanbul’da 1 Mayıs alanı olarak hatırası oldukça güçlü olan Taksim Meydanı’ndan asla vazgeçilmedi. [10]
2009 yılı Nisan ayında TBMM’ye verilen önergeyle birlikte 1 Mayıs, resmi bayram olarak kabul edildi ve “makul bir kalabalığın” Taksim’e girmesine izin verildi. 31 yıl sonra resmi olarak 5 bin kişilik bir grup Taksim’e çıktı. 32 yıl sonra 2010 yılında Taksim’de ilk kez izinli olarak 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. Memur ve işçi konfederasyonunun başkanları, Taksim’de 1 Mayıs 1977’de çıkan olaylarda hayatını kaybedenleri, Kazancı Yokuşu’nun başındaki 1 Mayıs anıtına karanfiller bırakarak andı. Uzun yıllar sonra 1 Mayıs, İstanbul’da bayram havasında kutlandı. 2010, 2011 ve 2012’de 1 Mayıs buluşmaları işçi sınıfının gündemi ile gerilim ve çatışma olmadan gerçekleşti.
Ancak güçlü buluşmalar sistemin egemenlerini rahatsız etmeye başlamış olmalı ki 2013’te Taksim Meydanı’ndaki inşaat çalışmaları gerekçe gösterilerek eylemlere izin verilmedi. Taksim’e çıkmaya çalışan göstericilere birçok yerde polis tarafından müdahale edildi. Gezi Protestoları sırasında ve sonrasında Taksim Meydanı dışında meydan gösterilerek Taksim Meydanı’na girişler engellendi ve pek çok gözaltı ve tutuklamalar oldu. Bu mücadeleler bugün hala devam ediyor.
Sınıf mücadelesi sendikaların işçilerle buluşmasıyla güçlenir!
Türkiye’de işçi sınıfı hareketi, 1980 sonrası dönemde ciddi düzeyde geriledi. Bu dönemde 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar kadar işçi sınıfının daha önceki dönemlerden almış olduğu mirasın da etkisi büyüktür. Genel olarak sanayileşme devlet eliyle yaşama geçirildiğinden işçi sınıfı kültürü de bundan etkilendi, işçiler arasında “devlet baba” anlayışı ve tebaa kültürü gelişti.[11] İşçilerin ve onların örgütlerinin birbiri ile etkileşmeleri ve dayanışma içinde olmaları beklenirken “devlet babaya ve patron babaya” yakınlık ve uzaklık mesafelerine göre işçi ve sendikalar konumlanmaya başlamışlardır. Neo-liberal politikalar kadar işçi sınıfı kültürünün bağımlı niteliği, devlet ve sermayeden bağımsız siyasal ve sendikal politikaların gelişimini yavaşlatmıştır.
Güçlü bir sınıf mücadelesi, emekçilerin ve işçilerin kendi özgürleşimleri ve güçlenmeleri için mücadele etmeye ikna olmaları durumunda gerçekleşir, onların kendi bilincinin ve eyleminin sonucudur. Sendikal liderlik salt propagandaya dayandırılamaz, öncülük işlevi, sendikanın öncüleri ile üyelerin güven veren bir diyaloğu ve etkili bir eğitimle birlikte yürür. Bu bağlamda sendika öncüleri ve üyeler, gerçeklik karşısında ortak-amaçlı yol alırlar. Ancak her ikisi de sadece bu gerçekliği deşifre etme ve böylelikle gerçekliğin eleştirel bilgisini edinme görevinde değil, bu bilgiyi yeniden oluşturma görevinde birlikte hareket etmelidirler. Gerçekliğin bu bilgisine ortak düşünce ve eylem aracılığıyla ulaşırken, kendilerini bu bilginin sürekli yeniden oluşturucuları olarak keşfederler. Tabanla güçlü bir etkileşim içinde yapılan toplu sözleşmeler bu yaklaşımın en etkili örnekleridir.[12]
Bu nedenle “gerçek bir söz söylemek, dünyayı dönüştürmektir” diyoruz. Sözün içinde iki boyut buluruz: “Düşünme” ve “eylem”, bu ikisi öylesine ciddi bir etkileşim içindedir ki biri kısmen bile feda edilecek olsa, öteki dolaysızca zarar görür. Aynı zamanda bir praksis olmayan hiçbir gerçek söz yoktur.[13] Mücadeleye böyle yaklaşıldığında, emekçilerin güçlenmesi ve özgürleşmesi mümkün olacaktır: Sahte katılım değil, yükümlülükleri olan bir girişim. Emekçiler ve ezilen tüm kesimlerin praksis olarak ifade edilen düşünme ve eylem birliğini yaşama geçirdiği güçlü eylemleri, işçi sınıfının 1 Mayıs alanlarında, hem düşüncede ve mekânda yer kaplamasını sağladı.
Bizler karşılıklı sevgi, alçakgönüllülük ve birbirimize olan güvenle 1 Mayıs 2025’te yeryüzünün dört bir yanındaki sınıf kardeşlerimizle beraber demokrasiye, adalete, özgürlüğe, eşitliğe, barışa ve kardeşliğe ilişkin umutlarımızı ve taleplerimizi hem farklı emek süreçlerinden gelen işçiler olarak birbirimize, hem bir bütün olarak toplumsal muhalefete, hem de egemen sınıf olan sermayeye ve hali hazırda yönetenlere duyuracağız. Ekmeğimizin küçülmesine, adalet arayışının yok edilmesine, emekçiler olarak temel hak ve özgürlüklerimizin gasp edilmesine karşı mücadelemizi 1 Mayıs alanlarında güçlü bir biçimde haykıracağız.
Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, bu yıl da fabrikalardan, evlerden, atölyelerden, bürolardan, mağaza reyonlarından, okullardan, tersanelerden, çöp kamyonlarından, alın teri döktüğümüz her işyerinden çıkıyor; alanlarda, meydanlarda buluşuyoruz.
[1] https://archive.iww.org/history/library/misc/origins_of_mayday/
[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/822409
[3] Aynı.
[4]https://en.wikipedia.org/wiki/International_Workers%27_Day#:~:text=1%20May%20was%20chosen%20to,unidentified%20person%20threw%20a%20bomb
[5]https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/rosa-luxemburg-on-the-purpose-of-may-day?srsltid=AfmBOoqSIGTaXDbLTcm_joDXxRgtLkOyswCE_tzfWsEPGn8gDUWQwg25
[6] https://uidder.org/osmanli_isci_sinifi_tarih_sahnesine_cikiyor.htm
[7] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/325406
[8] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/822409
[9] https://www.dogrulukpayi.com/zaman-tuneli/dunden-bugune-turkiye-de-1-mayis
[10]Aynı.
[11] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/411132, Erişim tarihi: 13 Nisan 2025.
[12] Tez-Koop-İş Sendikası (2025) Haydi 1 Mayıs’ta Alanlara Broşürü.
[13] Paulo Freire (1995) Ezilenlerin Pedagojisi İkinci Baskı, (Çevirenler: Dikel Hattatoğlu ve Erol Özbek) İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 65.