Toplumsal İşbölümünden Doğan Kavram: Yabancılaşma – Volkan Yaraşır
Dergimizin her sayısında işçi sınıfının temel kavramları ele alacağız. Amacımız işçilerin kavramsal donanımını artırmak, sınıf kimliği ve bilincinin gelişmesine katkıda bulunmak. Çünkü hiçbir kavram masum değildir. Sermaye yalnızca üretim araçlarına sahip değildir ve yalnızca sömürmez, aynı zamanda zihniyet üretme araçlarına da sahiptir. Böylece beyinleri fethederek işçilerin her şeye rıza göstermesini sağlar. İşçi sınıfı kendi kavramlarıyla düşünmeyi öğrendiği ölçüde hayatı anlaması ve müdahale etmesi kolaylaşır.
Her kavram dünyaya açılan bir penceredir ve sizin nereden dünyaya baktığınızı gösterir. Bugün bir sınıf olarak işçi sınıfı, genel olarak egemenlerin kavramlarıyla düşünüyor ve onların gözüyle dünyaya bakıyor. Bu ablukayı dağıtmak başta kendi kavramlarımızla düşünmek ve hayata bakmakla mümkün olabilir. İşçi sınıfının temel kavramları aslında bu dünyayı anlama ve değiştirmenin araçlarıdır. Ve Fransız felsefeci ve düşün adamı Louis Althusser’in belirttiği gibi “sınıf mücadelesi son tahlilde kavramla kavram arasındaki mücadeledir”.
Yabancılaşma
Yabancılaşma kavramı son derece kapsamlı bir içeriğe sahiptir. En kısa ve özlü tanımı insanın en başta yarattığı şeye, kendine, insanlara, yaşadığı topluma ve herşeye yabancılaşması, kendi iç dünyasında kaybolması ve manasızlaşmasıdır.
Bugün Vietnam ya da Çin’de saat ücreti 50 cent olan bir giyim işçisi, ürettiği Nike marka ayakkabıyı almanın en fazla hayalini kurar. Nike ayakkabının son modeli en az 150 dolardır. İşçinin 7 dakikada ürettiği bu ayakkabıyı alması için 300 saatlik ücretinin tamamını vermesi gerekir:
Bir: İşçi bu ayakkabının gerçek yaratıcısının kendisi olduğunun farkında değildir. İki: Ürettiği ayakkabıyı almasının somut şartları yoktur. Üç: O ayakkabı zaten dünya pazarları için üretilmektedir. Dört: Sistem, ayrıca reklam, hayalleri yönlendirme, imaj oluşturma vb. farklı yöntemlerle tüketim iştahını kabartıp işçiyi borçlandırarak, ne yapıp, edip o ayakkabıyı da işçiye satabilmektedir. Bu durum yabancılaşmanın bir boyutu olarak görülebilir.
Yabancılaşmanın kaynağı ya da toplumsal temelli işbölümüne dayanır. Bu süreç aynı zamanda özel mülkiyetin, ezen ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin ortaya çıkışına yol açar. Yani sınıflı toplumların doğuşunu koşullar.
Sınıflı toplumların en temel özelliği insanların emeğinin birileri tarafından sömürülmesi ve yarattığı değerlerin gasp edilmesidir. Yabancılaşmanın başladığı nokta da burasıdır. Ama unutmadan vurgulamak gerekir: Sömürüyle yabancılaşma aynı şey değildir. Aslında sömürü yabancılaşmanın ön koşuludur. Yani sömürünün şartları olmadan, yani işbölümü, özel mülkiyet, sınıflar ve sınıfsal bir tahakküm aracı olarak devlet olmadan yabancılaşma ortaya çıkmaz.
Yabancılaşma toplumsal yaşamın her alanını kapsar. Sadece ekonomik alanla sınırlı değildir. İdeolojik ve politik alanları da içerir. İçinde yaşadığımız toplumda, yani kapitalist toplumda, yabancılaşma en üst noktaya ulaşır. Yabancılaşmış emekle somutlanan bu durum, sistemin kendini yeniden üretmesinin zeminlerini yaratır. Kapitalist toplumda işçi, işgücünü satmak zorundadır. Ancak işgücünü satarak yaşamını sürdürebilir. Bu süreç emeğin yaratıcı özelliğini kaybetmesine, insanın tutsak ve ücretli köle haline dönüşmesine yol açar. Artık işçi ne kendi emeğine, ne emeğinin yarattığı değerlere sahip değildir. Ve üretim sürecinin bütününde kontrolünü yitirmiştir. Ayrıca yarattığı meta, kendisi üzerinde tahakküm kurmaya başlar. Çünkü kapitalist sistem bir metalar dünyasıdır. Bu sistem her şeyi ama her şeyi metalaştırarak kendini üretir. İşçi, işgücünü satmak zorunda kalarak önce kendi emeğine yabancılaşır. Ardından yaratığı ürüne yabancılaşır. Her şeyin metalaşma süreci insan ilişkilerinin metalaşmasının önünü açar. Yabancılaşma derinleşir. İnsanın insana yabancılaşmasının zeminini yaratır. Bu nokta da para dikkat çeker. Para gerçek bir efendiye dönüşür. Paranın imparatorluğu, her şeyi alınır, satılır hale getirir. Para yabancılaşmayı konsantre eder. Bireycilik ve bencillik körüklenir. Yabancılaşmanın ulaştığı son boyut ise insanın parçası olduğu doğadan kopması ve yabancılaşmasıdır. Bu süreç insanı şey, hiç ya da nesne haline dönüştürür. İşin ilginci insan kapitalist toplumda “şey, hiç, nesne” olduğunun farkına varmaz. Hatta sahte hazlarla bu durumundan memnundur. Bu çok boyutlu ve çok yönlü yıkım ve çürümeden kurtulmak, ücretli kölelik sistemi olan kapitalizmden kurtulmakla mümkündür. O da işçi sınıfının bir sınıf olarak örgütlenmesi, bilinçlenmesi ve mücadelesiyle olanaklıdır.