Tez-Koop-İş Kadın Sayı 4

Ekonomik Kriz ve Kadın Politikaları – Doç.Dr. Yasemin Özgün

Genellikle ekonomik krizlerin zorladığı koşullar içerisinde Türkiye’nin küresel kapitalizme eklemlenme süreci gerçekleşti. 1979, 1994 ve 2001 ve 2008 krizleriyle birlikte Türkiye, küresel kapitalizmin gereği olarak sunulan serbest piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarını önemli ölçüde yerleştirdi ve sonuçlarından en çok zarar görenlerin başında kadın emekçiler geldi. Zira bitmeyen “kriz” dönemlerinde, sermayenin örgütlü, nispeten yüksek ücretli, güvence ve hak talebiyle ortaya çıkabilen erkek işgücünden kurtularak, yerine, emeği “aileye destek” olarak görüldüğü için ücreti düşük, sigorta ve güvence talebi olmayan, vasıfsız işlerde çalıştırıldığı için gerek kalmadığında kolayca işten çıkartabilen, düzensiz istihdam koşulları içinde kadın işgücünü istihdam ettiğini biliyoruz.

Kısa bir süre öncesine kadar OHAL sürecinde işinden çıkarılan kadınların karşı karşıya kaldıkları koşullarla ilgili konuşurken1 ve OHAL’in kalkmasına karşın bu koşullar bugün hiç değişmemişken, bu defa kriz ve ardından gelen stagflasyonun2 sürece eklenmesiyle çok daha vahim bir tablodan söz etmek durumundayız. OHAL sürecinde ihraç edilenlerin tümünün, ama özellikle kadınların ilk yüzleştiği gerçek, işsizlikti. İşsizlik konusunda son yıllarda geliştirilmiş olan sosyolojik yaklaşımlar vasıfsızlık, düşük ücretler, istihdamdan dışlanma ve toplumsal marjinalleşme/ dışlanma arasındaki bağlantıların ortaya konmasının önemini vurgular. Buna göre toplumsal marjinalleşme durumunda, kesin bir biçimde çalışma dünyasından kopmasalar da kadınlar “bir kenara itilmekte”, farklı muamele görmektedir.

Diğer yandan OHAL sürecinde daha da artan doğa talanı ile yaşam alanlarının, ormanların, derelerin, tarım alanlarının sermayenin doymak bilmez iştahıyla yok edilmesinden en fazla kadınlar etkilendi. Özellikle tarım ve kırsal alanda kadın emeği değersizleşti ve kadınlar güvencesizlikle baş başa kaldılar. Dahası bitmek bilmeyen savaş politikalarının bir sonucu olarak, adeta yaşam hakları ellerinden alınan, göçle gelen mülteci kadınların yaşadığı taciz, tecavüz, yoksulluk da katlanarak artıyor, üstelik OHAL sürecinde değişen öncelikler sonucunda Aile Bakanlığı ve kamu kurumlarında kadınlar, mülteci kadınlar, çocuklar ile ilgili projeler durma noktasına gelmiş bulunuyor. OHAL’le birlikte ilan edilen KHK’lerle ihraç edilen 100 binden fazla kamu emekçisinin en az yüzde 20’sini kadınlar oluşturuyor. Biz kadınlar OHAL döneminde sadece yoksullaşmakla kalmadık, yoksunlaştık da. İşsiz kaldıkça, işsiz kalma tehdidi artıkça daha çok eve kapandık, ev içinde, ailede yaşadığımız erkek şiddetini, tacizi, istismarını çok daha katmerlenmiş olarak yaşıyoruz.

Gelecek kaygısı ve belirsizlikler mücadele olanaklarımızı da kısıtladı, hele ki bakım sorumlulukları olan bazılarımızı mücadeleden, sendikalardan, ses çıkarmaktan daha çok uzaklaştırdı. Yıllarca ekonomik bağımsızlığını kazanmış olarak yaşayan biz kadınların ekonomik özgürlüğümüz ellerimizden alındı. Kadınlar artık süreklilik arz eden otoriter rejim altında iş bulmakta zorlanıyorlar. Sosyal güvencenin de ortadan kalkmasıyla güvencesiz kalmaya, ailelerine, eşlerine, babalarına bağımlı olarak yaşamaya, onların güvencesi altına girmeye ya da kayıt dışı çalışmaya zorlanıyorlar. Tek başlarına ya da eşleriyle, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmenin yükünü taşıyorlar.

Bugünün Ekonomik Kriz Koşulları

Kadınlar için böyle bir tablo hüküm sürerken seçimleri takiben, ertelenen ekonomik kriz tüm veçheleriyle hayatımızın merkezi oldu. Sabah akşam Türk lirasının dolar ve euro karşısındaki değer kaybını kaygıyla izledik. Tüm ara mallarını, pek çok temel maddeyi dolar ya da euro karşılığında almak zorunda olan ve bu açıdan ABD’ye ve müttefiklerine göbekten bağlı bir ülkenin vatandaşları olan bizler için, ABD’ye söylemde meydan okumaların anlamsızlığı ve trajikomikliğine eşlik eden geçim ve gelecek kaygısı, yine bir kışa zor koşullarda ve sırtımızda pek çok yükle gireceğimizin habercisiydi.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre yıllık enflasyon Ağustos ayında, son 14 yılın en yüksek rakamına, yüzde 17,90’a çıktı. Disk-Ar’ın Eylül 2018 İşsizlik Raporu’na göre3 Türkiye İş ve İşçi Bulma Kurumu’na (İŞKUR) kayıtlı işsiz sayısı, 2018 Ağustos sonu itibarıyla geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık 200 bin kişi artarak 3 milyon sınırına dayandı. Ağustos sonu itibarıyla İŞKUR’a kayıtlı işsiz sayısı 2 milyon 751 bin kişiyi buldu.

Ayrıca bu yıl kayıtlı işsizlikte kadın oranının yükselmesi dikkat çekti. 2017 Ağustos’ta kayıtlı işsizlerin yüzde 49’u kadın iken, bu oran 2018 Ağustos’ta yüzde 52’ye çıktı. Kayıtlı erkeklerin oranı ise 2017 Ağustos’ta yüzde 51 iken 2018 Ağustos’ta yüzde 48’e geriledi. 15-24 yaş grubunda yer alan kayıtlı işsizlerin oranı da söz konusu dönem aralığında yüzde 0.3 artarak yüzde 34’e ulaştı. Ağustostaki kayıtlı işsiz oranlarında olduğu gibi, işe giren sayısında da kadınlar yine ikinci planda kaldı. Buna göre 2018 Ağustos’ta toplam 92 bin 284 kişi iş sahibi olurken, bunun yüzde 64’lük kısmında erkekler yer aldı; kadınların oranı ise yüzde 36 ile sınırlı kaldı.

Üstelik her gün bir yenisi önümüze konulan krize karşı önlem adı altında sunulan reçeteler hiç de umut verici değil. Gaye Yılmaz’ın vurgusuyla hem enflasyonun hem de faizin yüksek olduğu bir dönemdeyiz ve bu dönemde devletin yönetenlerin tasarrufların artması yönündeki beklentileri boşa çıkacaktır.

“Çünkü stagflasyon aynı zamanda üretimin durma noktasına geldiği, ücretlerin baskılandığı, yani tasarruf edecek, kenara konacak paranın ortada olmadığı bir dönemdir. Dolayısıyla buradan tasarruflar artacak, oradan da altı ay içinde toparlanma gelecek umudunun olmaması gerekir. Çünkü dediğim gibi ortada parayı getiren bir üretim, piyasayı canlandıran bir üretim yok. Eğer gerçekler olduğu gibi bize yansıtılırsa, işsizlik rakamlarında büyük yükselişler bekliyorum. Kitlesel işsizlikten söz edebiliriz”

İster beyaz yakalı olsun, ister mavi yakalı, ister tarım işçisi, isterse bin bir emekle bezediği ürünlerine ufacık pazarlarda yer bulmaya çalışanlar olsun, kadınlar
önceki kriz dönemlerinde olduğu gibi yine krizin her türlü yükünü sırtlayacaklarını çok iyi biliyor. Ev emekçisi kadınlar eşlerinin işten çıkarılma korkusunu yaşıyor. Erkeklerin işlerini kaybetmesi özellikle genç kadınların aile gelirindeki azalmayı telafi için işgücü piyasasına girmelerini de sağlayabiliyor.

Geç kapitalistleşen ülkelerdeki kriz dönemlerinde istihdam ve toplumsal cinsiyet arasındakiilişkiyi inceleyen araştırmalarda kadınların istihdamına ilişkin iki tezin ön plana çıktığı görülüyor. Bunlardan ilki yedek işçi ordusu hipotezi. Bu hipoteze göre toplumsal cinsiyet özellikleri kadınların kriz dönemlerinde ilk vazgeçilenlerden olmasına neden oluyor. Bir diğer hipotez ise ikame hipotezi. Buna göre kadınların emek piyasasında düşük ücretle çalışmaları, güvencesiz ve örgütsüz olmaları nedeniyle oluşan dezavantajlı konumları, kriz koşullarında mukayeseli bir üstünlüğe dönüşebiliyor ve bu durum kadın işçilerin erkek işçiler yerine ikame edilmesine neden oluyor.

Kadınların hane içindeki ödenmeyen emeklerine bağlı olarak işgücü piyasasındaki ikincil konumları ve yaygın şekilde kayıt dışı olarak istihdam edilmelerinin yanı sıra ekonomik kaynaklara ve bilgiye erişimlerindeki güçlükler, kadınları kriz karşısında daha korumasız bırakıyor. İŞKUR tarafından açılan, açık işsizler ve kurumdan işsizlik ödeneği alanlar için, mesleğini değiştirmek veya yeni meslek öğretmek amacı taşıyan kurslara kadınlar ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi nedenlerle zaman ayıramadıkları için katılamıyorlar. Kadınlar, koşullarını zorlayarak katılabildikleri durumlarda ise büyük sanayide istihdam edilebilecekleri yüksek ücretli işler için gereken bilgisayar programcılığı ya da teknik donanım kursları yerine, düşük ücretli işler için ancak yeterli olan ve kadının ev içindeki toplumsal konumunu pekiştiren bir biçimde ev işlerinin uzantısı sayılabilen yemek, dikiş vs kurslarında kendilerine yer bulabiliyorlar.

Kadın emeğine olan talepte yaşanan artışı toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü ve emek arzı açısından değerlendirdiğimizde, bu artışın kadın emeğini marjinalleştirmesinin ardında, sermaye birikim süreci ve buna uygun emek piyasasına yönelik düzenlemelerin yer aldığını görüyoruz7. Kadınların sendikalaşma oranlarının erkeklere oranla daha düşük olması, sendikaların etkinliğini kaybettiği emek piyasalarında, kadın emeğine talebi arttırıyor.

Disk-AR’ın Sendikalaşma ve Toplu iş Sözleşmesi Raporu’nda sendikalaşmaya ilişkin verilere kadın-erkek ayrımı açısından baktığımızda ciddi bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin burada da yaşandığını görüyoruz. Erkek işçilerin yüzde 13’ü sendika üyesi iken, kadın işçilerde bu oran yüzde 8 civarında.

Benzer bir eşitsizlik toplam kadın işçi oranı ile sendikalı kadın işçi oranı arasında da yaşanıyor. Kadınlar toplam işçilerin yüzde 27’sini oluştururken, kadın sendika üyeleri toplam sendika üyelerinin hem de her cinsin kendi içindeki sendikalaşma oranı açısından kadınların erkeklere göre daha az sendikalaşabildiği görülüyor.

Eve ve Bakım Hizmetlerine Dönüş

Kadınların genellikle erkeklerden daha düşük ücret aldığı, işyerlerinin büyük çoğunluğunda çocuk bakım tesislerinin olmadığı, çalışan nüfusun büyük çoğunluğunun özel kreş veya anaokulu masrafını karşılayacak gücünün olmadığı, toplumda çocuk bakımının genellikle annenin görevi olarak düşünüldüğünü biliyoruz. Bu koşullarda haneye gelir getirecek kişi olarak daha yüksek ücret elde etme olanağı olan erkeklerin tercih edildiği, kadınların ise çocuk bakımı ile yükümlü sayıldığını görüyoruz. İşyeri ölçeğinde ve yerleşim mekânı ölçeğinde çocuk bakımının ücretsiz sağlandığı tesisler kurulmadığı ve kamu ve özel sektör çalışanları arasında eşit; iznin kullanılacağı zaman dilimi tercihi açısından esnek; ailevi sorumlulukların paylaşımı noktasında adil ve devredilemez bireysel bir hak olarak “ebeveyn izni” düzenlenmediği takdirde bu durumun değişmesi zor görünüyor.

TÜİK’in 2016 Aile Yapısı Araştırması’na göre10 hanedeki 0-5 yaş aralığındaki çocukların gündüz bakımının kim tarafından yapıldığı incelendiğinde; hanelerin
%86’sında bakım işini annelerin üstlendiği görülüyor. Gündüz bakım işini, anneden sonra %7,4 ile en fazla anneanne veya babaanne üstleniyor. Bakımın, kreşte veya anaokulunda sağlanma oranı %2,8 iken bakıcı tarafından yerine getirilme oranı %1,5.

 

Tablo 1: Hanedeki Küçük Çocukların Gündüz Bakımı (2016)
Toplam %
Annesi 86,0
Anneannesi veya Babaannesi 7,4
Kreş veya Anaokulu 2,8
Bakıcısı 1,5
Diğer Yakın Akraba veya Komşusu 1,3
Birden Fazla Gündüz Bakımı Olan 1,0

 

Kriz dönemlerinde, işten çıkarmalarda, ikincil gelir sahibi olduğu gerekçesiyle kadınlara öncelik verilmesi, özellikle aileyi kendi başına geçindiren, dul, boşanmış kadınlar ile kocaların işsiz veya hasta, sakat olduğu kadınlar açısından büyük sorunlara yol açabiliyor. Kadınlar ancak, daha düşük eğitim ve vasıf düzeylerine bağlı olarak ev hizmetlerinde, seyyar satıcılıkta iş bulabiliyor veya ev eksenli çalışıyor. Kadın tüccarlar piyasadan aldıkları ürünleri zor koşullarda bölgeden bölgeye taşıyarak kayıt dışı olarak satmaya çalışıyorlar. Krediye ulaşmadaki zorluklar nedeni ile tefecilere muhtaç kalıyorlar. Dolayısıyla kadınların önceki krizlerden ve işten çıkarmalardan çok iyi bildikleri bir şey var, o da işsizliğin sonuçlarıyla birebir yüz yüze kalacakları: Evin yemeğini, çocukların, yaşlıların bakımını halihazırda üstlenirken yüklerine yük bineceği, işsiz ve “iktidarını yitiren” kocaların zulmüne daha fazla maruz kalacakları. Kadınlar toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünde düzeni korumak, kâh yama yaparak, kâh tamir işlerine soyunarak, kâh kullanım sırasında suyu kovalara doldurup yeniden kullanarak dişinden tırnağından artırdığıyla evin geçimini sağlamaya çalışmak, tüm sorunları çözmek, becerikli ve güçlü olmak zorunda olduklarını çok iyi biliyor.

Neoliberal özelleştirme politikalarına eşlik eden yandaşlık ve kayırmacılığa dayalı politikalar sonucunda devletin üstlenmesi gereken bakımla ilgili yükün, sürekli olarak ev içinde kadınlara kaydığı görülüyor. Yaşlı, çocuk, hasta bakım işlerinin küçük ücretler karşılığında ya da ücretsiz olarak kadınların omzuna yüklenmesi, hem varolan toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiriyor hem de kadınlar orantısız bir yükü sırtlanmak zorunda kalıyor. Yoksulluğu azaltmayı devletten çok aileye ve aile içinde de kadınlara ait bir görev olarak tanımlayan şartlı nakil transferi programı (ŞNT), AKP Hükümeti döneminin önde gelen sosyal yardım programı haline geliyor. Ancak AKP bir taraftan sosyal yardımın devlet tarafından sağlanması gerektiğine karşı çıkarken diğer taraftan ŞNT örneğinde, kamu kaynakları bir siyasi parti olan AKP’nin hayırseverliği ve cömertliği olarak dağıtılıyor.

Pekişen Otoriter Rejim ve Kriz

Kriz dönemleri toplumsal mücadelelerin, siyasal ve sendikal mücadelelerin bastırılması ve kemer sıkma politikaların halkın susturularak uygulanabilmesi için genellikle otoriterleşme ve baskı dönemleriyle el ele yürür. Bu defa, önceki kriz dönemlerindeki baskı ve sindirme politikalarından biraz daha ağırını, aynı zamanda 24 Haziran baskın seçimlerinden sonra ardı ardına getirilen anayasal düzenlemelerle giderek kökleşen bir siyasal rejim krizi ve onun getirdiği toplumsal baskıları birlikte yaşıyoruz. OHAL döneminde 11 kadın derneği, 1 çocuk hakları derneği kapatıldı.35 kadın belediye başkanı/eşbaşkanı tutuklandı. 91 belediyeye kayyum atandı. OHAL sürecinde başlayan ve OHAL’in kalkmasına karşın devam eden süreçte mücadele eden kadınlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, bebekleriyle cezaevine giriyor. Kayyumların ilk icraatı kadın politika merkezlerini ve kadın müdürlüklerini kapatmak oldu. Kadınların kazanımları hedef alınarak kadın çalışmaları “gereksiz harcama” olarak görülüyor. Kadın milletvekilleri, kadın insan hakları aktivistleri, kadın gazeteciler ve sendikacılar tutuklanıyor.

Bugün, Flormar fabrikasında canla başla direnen, mücadele eden kadın arkadaşlarımızın karşılaştıkları baskılardan, yıldırmalardan da gördüğümüz üzere kadınları sendikalardan, emek mücadelesinden uzak tutmaya yönelik çeşitli baskı biçimlerinin uygulandığını biliyoruz. Sendikalaşan kadın işçilere kocaları ya da aileleri yoluyla sendikadan istifa etmeleri için baskı yapma, mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini kullanarak, “kadının sendikayla işi olmaz” gibi söylemlerle kadın işçileri sendikadan uzak tutmaya çalışma, hamile ya da çocuklu kadın işçileri sendikadan istifa etmeleri için zorla mesaiye bırakma, çalışma saatlerini uzatma ve sendikalaşan kadın işçilere fiziksel veya sözlü cinsel tacizde bulunma bunlardan bazıları.

Sonuç

İçinde bulunulan ekonomik krizin tüm ekonomik ve toplumsal sonuçlarının ne tür boyutlar alacağı, büyük ölçüde sınıflar arası mücadelenin seyri, sermayenin, sendikaların, işçi sınıfının kriz karşısındaki tutumlarıyla belirlenecek olsa da, kadınların krizle daralan yaşamlarından kurtuluşlarının yönü büyük ölçüde kadınların dayanışma ve örgütlü mücadelesi ile belirlenecek. Kriz koşullarında kadınların karşı karşıya kaldıkları işsizlikle, yoksullukla, güvencesiz istihdamla ilgili politikalar, eğitim ve beceri kazandırmada, istihdamda ve bakım hizmetlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini hedeflemedikçe, kadınların işgücü piyasasından dışlanmalarının önüne geçilemeyeceği aşikâr.

Dahası gelecek kaygısı ve belirsizlikler mücadele olanaklarımızı da kısıtladı, hele ki bakım sorumlulukları olan bazılarımızı mücadeleden, sendikalardan, ses çıkarmaktan daha çok uzaklaştırdı.

Bütün bu kısıtlılıklar içinde sessizleşme, içe kapanma ve en önemlisi onca mücadele ile elde ettiğimiz kazanımlardan uzaklaşarak “görünmez” olma haline karşın tüm koşulları ve bu süreçte cinsiyetçi tutum ve pratiklerle karşımızda yer alan kimi erkek yoldaşlarımızı da zorlayarak sendikalarımıza, siyasi partilerimize ya da dayanışma için bir araya geldiğimiz yapılara yönelmemiz, kapıları zorlamamız gerekiyor. Gücümüzü Flormar direnişçisi kadınlar başta olmak üzere, tüm mücadele eden, direnen kadınlardan ve 8 Mart 2017 Feminist Gece Yürüyüşüne katılan kırk bin kadından alacağız.

 

Kaynakça

1. BAKIR, O. ve AKDOĞAN, D. (2009), “Türkiye‟de Sendikalaşma ve Özel Sektörde Sendikal Örgütlenme”, Türk-İş Dergisi, Sayı 383.

2. Belet, N. H. (2012), “Kriz Olgusunun Kadına Yönelik Algıya Ve Kadın İşgücüne Etkisi”, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/287269, İndirilme tarihi: 12.10.2018

3. Dedeoğlu, S (2004), “Dünya Ekonomisi ve Hayatta Kalmanın Feminizasyonu: Toplumsal Cinsiyet”, (Ed.) S. Dedeoğlu ve T. Subasat, Toplumsal Cinsiyet, Kalkınma ve Küreselleşme, İstanbul; Bağlam Yayınları

4. Disk-Ar, Eylül 2018 İşsizlik Raporu: http://disk.org.tr/2018/09/issizlik-tirmaniyor-disk-ar-eylul-2018-issizlik-raporu/, İndirilme tarihi: 12.10.2018.

5. Disk- Ar, Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu, http://disk.org.tr/2017/08/disk-ar-sendikalasma-ve-toplu-is-sozlesmesi-raporu/İndirilme tarihi: 12.10.2018.

6. Şener, M. Y (2016) “Kadını Anne Olarak Güçlendirmek? AKP’nin Sosyal Politika ve Toplumsal Cinsiyet Yaklaşımını Şartlı Nakit Transferleri(ŞNT) Üzerinden Okumak”- Kadın/Woman 2000, 2016; 17(1):31-49.

7. Özgün, Y. (2018), “Ohal’de Kadın, Yoksulluk, Yoksunluk ve Direniş”, KESK Kadın Dergisi, 8 Mart Özel Sayısı.

8. Toksöz,G. (2009), http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/areas/woman/3_rapor/kriz_kosullarinda_toplumsal_cinsiyet.pdf, 2009, İndirilme tarihi: 12.10.2018.

9. Toksöz, G. (2011), Kalkınmada Kadın Emeği, Varlık Yayınları, 2011.

10. Yılmaz, Gaye (2018), http://bianet.org/bianet/ekonomi/201386-en-kotu-ekonomik-kriz-durumu-olan-stagflasyonu-yasiyoruz?bia_source=rss, İndirilme tarihi: 14.10.2018.
11. www.gazetepatika8.com/ekonomik-kriz-kadinlarin-emegine-de-goz-dikti-21593.html. İndirilme tarihi: 11.10.2018




İlgili Makaleler

Başa dön tuşu