Sinema: “Suffragette” Hak verilmez, alınır!
Türkiye’de “Diren! adıyla bilinen 2015 yapımı “Suffragette” filmi, İngiltere’deki kadınların, oy hakkı başta olmak üzere, eşitlik mücadelesini ve Maud karakteri üzerinden bir kadının bu mücadeleye yavaş yavaş nasıl bağlandığını anlatıyor. Ayrıca ünlü oy hakkı savunucuları Emmeline Pankhurst ve Emily Davison’ın kadın mücadelesindeki yeri gösteriliyor.
“Kanunlar benim için değersiz; çünkü kimse benim fikrimi sormadı ki!”
1910’lu yıllarda İngiltere’de kadın hareketi yükselişte… Çünkü oy hakları yok. Sadece bu değil elbette. Sanayi devriminden sonra kadın ve çocukların emek piyasasına köle gibi çalışarak dâhil olması da var… Kadınlar çoğu zaman erkeklerden daha fazla mesai yapıyor; ancak daha az para alıyorlar. Üstelik işyerinde fiziki ve sözlü tacize de uğruyorlar. Aile içinde ikincil konumdalar. Ancak bu konularda başvurabilecekleri bir yasal hakları yok. Oy hakkı bile olmayınca yasa yapma sürecine; yani siyasi karar mekanizmalarına katılamıyorlar. Dolayısıyla işyerinde yaşadıkları sorunlar karşısında hukuka başvuramıyorlar. “Yasaları biz yapmıyoruz ve mevcut yasalar bizleri korumuyor” diyorlar en sonunda. Böylece, oy hakkı için işyerlerinde örgütlenmeye, sokağa çıkarak protesto yürüyüşleri düzenlemeye başlıyorlar.
Çamaşırhaneden Direnişe
Başkarakter Maud Watts (Carey Mulligan) çocukluğundan beri çamaşırhanede ütü yapan bir işçi. 20 yaşında evlenmiş ve bir çocuğu var. Bir sokak gösterisi sırasında karşılaşıyor oy hakkı savunucularıyla. Sonra işyerinde bir arkadaşı onu toplantıya davet ediyor. Maud önce çekiniyor. Sonra işyerinde çalışan bir kız çocuğunun tacize uğradığını görüyor. Bu olay tetikleyici oluyor ve toplantıya gitmeye karar veriyor. O andan itibaren onun için yeni bir hayat başlamış
oluyor.
“Ne yapacaksınız? Hepimizi içeri mi tıkacaksınız? Her evdeyiz, dünya nüfusunun yarısıyız!”
Binlerce kadın oy hakkı mücadelesine destek veriyor ve hepsini durdurmak imkânsız duruma geliyor. Maud da o kadınlardan biri artık… Diğer yandan, mücadelenin içine girdikçe zorlukları da görmeye başlıyor. Sokağa çıktıklarında yürüyüş yapmaları yasaklanıyor, işyerinde baskıya uğruyorlar. Maud için en can yakıcı kısım ise kocasının ona sırt çevirmesi oluyor. Kocası evden atıyor, oğlunu göstermiyor. Kanunlar çocuğun babasında kalmasından yana… Fakat Maud gerçekten güçlü ve hafife alınamayacak bir karakter. Mücadeleden vazgeçmiyor.
Emmeline Pankhurst ve Emily Davison’un mücadelesiEmmeline Pankhurst, tüm hayatını kadın mücadelesine adamış bir aktivisttir. 1906 yılında Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’ni kurar. Emily Davison da buraya katılır. Filmde de gösterilen 1913 yılındaki Epsom Kraliyet Yarışı’nda, Kral V. George’un atının önüne atlayarak kadın oy hakkı mücadelesinin bayrağını açar. Bu hareket çok ses getirir; ancak Emily hayatını kaybeder. |
Maud’dan mücadeleyi bırakmasını isteyen erkeklere mektup:
“Teklifinizi düşündüm. Reddetmek zorundayım. Her şeye rağmen bir oy hakkı savunucusuyum. Kimsenin benim gibi kızları dinlemediğini söylemiştiniz. Artık buna razı gelemem. Hayatım boyunca saygılı oldum. Erkeklerin söylediklerini yaptım. Artık akıllandım. Ne sizden değerli ne de sizden değersizim. Bayan Pankhurst demişti ki ‘Özgürlükleri için savaşmak erkeklerin hakkıysa kadınların da buna hakkı vardır.’. Eğer kanunlar ‘Oğlunu göremezsin.’ diyorsa, o kanunu değiştirmek için savaşacağım. Amacıma ihanet etmeyeceğim. Siz amacınıza ihanet eder miydiniz? Edeceğimi sandıysanız hakkımda yanıldınız.
Saygılarımla…
Maud Watts”
İngiltere’deki kadınların mücadelesi yıllar sonra sonuç veriyor ve kadınlar 1928 yılında oy hakkını elde ediyorlar. Bu mücadele, “hak verilmez, alınır!” sloganını bir kez daha doğruluyor. Suffragette, izlediğinizde mutlaka kendinizden bir şeyler bulacağınız bir film… İyi seyirler…