Kriz ve kadın emeği – Doç. Dr. Emel Memiş / Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Son yaşadığımız küresel kriz Büyük Durgunluk olarak adlandırıldı. 2001 yılını izleyen dönemde ABD ekonomisine sarsılan güveni toparlamak parasal genişleme ile sağlanmaya çalışıldı. Parasal genişleme, düşen faiz oranları ile birlikte finans cephesinde kuralsızlığın yaygınlaşması ve sonunda konut kredileri ile 2007-2008 yıllarında patlak vermişti. ABD’nin yanı sıra diğer gelişmiş ülkelerde de toparlanma sürecinde benzer genişletici para politikaları uygulandı. Bu süreç, bizim gibi ülkeler için düşük maliyetli döviz kredileri ve yatırım için elverişli süreçler yarattı. Ancak, 2007-2008’den sonraki toparlanma sürecinin sona ermesi ile küresel koşullar artık elverişli olmaktan çıktı. İlaveten son dönemde, kamu idaresi ve politikalarında yerelleşmenin-merkeziyetsizliğin aksine merkezileşme eğilimleri ortaya çıktı. Küreselleşmeye karşın uluslaşma, ulusal sınırlara geri dönüşler yükseldi. Çin – ABD arasında zaman zaman yükselen uluslararası ticaret savaşlarını da bu dönüşümün izleri arasında saymak mümkün.
Tüm dünyada ve Türkiye’de bu Büyük Durgunluğun etkileri halen yaşanıyor. Bunu en açık şekliyle işgücü piyasasında gözlemlemek mümkün. Resmi istatistiklere göre, kadınların işsizlik oranı, son yılda kriz etkilerinin en çok hissedildiği 2009 yılındaki düzeyini aşmış durumda (Ekim 2019 itibariyle ,4). Tarım dışı işsizlik oranı işgücündeki her beş kadından birinin işsiz olduğunu gösteriyor (%20,6). İşsizlik oranında kadın ve erkek arasındaki fark da giderek açılmakta.
Genç kadınlarda bu rakamlar çok daha yüksek düzeyde. İşsizlik oranı 15-24 yaş kadınlarda yüzde 30’ların üzerine çıkmış durumda (%31,8). Tarım dışı işsizlik oranı ise %37 ile bugüne dek en yüksek seviyesinde (erkeklerde de bu oran %24,1 ile çok yüksek). Yüksek kadın işsizliği Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı çok düşük olmasına rağmen yaşanmakta ve işgücü piyasasındaki yapısal meselelerimizden biri olmayı sürdürmekte. İşsizlik oranlarındaki artışların yanı sıra kriz dönemlerinde çalışılan işin niteliğinden bağımsız olarak, kadınlar erkeklere kıyasla çalışma yaşamlarında daha farklı biçimlerde kayıplara uğramakta. Örneğin 2008 ve 2009 yılları arasında çalışan fertlerin işlerini kaybettiklerinde geçiş yaptıkları işgücü durumu cinsiyete göre farklılık göstermekte. Erkekler, güvencesiz işlerde çalışmaya ya da iş aramaya devam etmekteyken kadınlar iş kaybından sonra; iş aramaktan vazgeçmekte ve işgücünün dışına çıkmakta (Kaya ve Memiş, 2019).
Reel ücret artışı düşüyor, hanehalkının borçlanması artıyor
Benzer şekilde, çalışanların gelirleri, bir başka deyişle ücretlerdeki artış seyri de durgunluğu yansıtmakta. Küresel Ücret Raporuna (2018/19) göre reel ücretlerdeki artış durgunluk döneminin en düşük düzeyinde. Ekonomik büyüme bakımından toparlanma ve işsizlik oranlarında görece azalma gözlenen G20 ülkelerinde dahi ücret artışlarında yavaşlama gözleniyor (ILO, 2019). Ücretlerde yavaşlama, ekonomik büyümenin ve artan geçim maliyetlerine karşı yaşam standardının korunmasının önündeki en önemli engel. Birçok düşük ve orta gelirli ekonomide ücretler, işçi hanelerin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmış durumda. Bizim açımızdan önemli bir gözlem, dönem boyunca ücretlerde durgunluk ve yavaşlama gözlenmesine rağmen cinsiyete dayalı ücret açığının kabul edilemez derece yüksek düzeyini halen koruyor olması. Verinin erişilebildiği yetmiş ülkede (ücretli çalışanların yüzde 80’ini kapsayan büyüklükte) cinsiyete dayalı ücret açığı yüzde 20 düzeyinde. Buna göre örneğin erkeklerin ortalama ücreti 100 TL iken kadınların ortalama ücreti 80 TL’ye denk düşecek düzeyde.
Son yıllarda, hızlı finansallaşma ile birlikte gelirlerde yaşanan artıştan daha yüksek gerçekleşen tüketim artışları, hanehalklarına bir yandan yüksek tüketimle refah artışı sağlarken bir yandan da onları aşırı borçlanmaya itti. Türkiye’de hanehalkı borçluluğu, 2000’li yıllarda hızla artmış, hanehalkı toplam borcunun Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranı 2002 yılında yüzde 1,8’den 2013 yılında yüzde 21,2’ye ve 2016 yılında ise yüzde 30’lara ulaştı (TCMB, 2017). Bu rakamlar, finansal sistemdeki kırılganlığı temsil eden borçluluğun sadece firmaların değil hanehalklarının da karşı karşıya kaldığı bir gerçek olduğunu ortaya koymakta.
Kriz etkileri dendiğinde herkesin aklına ilk gelen mesele farklı olabilir. Örneğin, ücretli/maaşlı çalışanlar için esas sorun, işsiz kalma, özlük hakkı kaybı olurken, işveren için borç artışı, iflaslar olabilir. İktisadi sistemin yarattığı boşlukların hangisini dolduruyorsak o koşullara özgü etkileri olur krizin.
Kadın emeği için iktisadi yaşam, piyasayla sınırlı değil
Kadın emeğine etkileri dendiğinde de bu genel çerçeveyi göz önüne almak gerekir. Üstelik kadın emeği bakımından etkilerini özel olarak değerlendirme çabalarımızın başkaca bir önemi bulunduğunu da unutmamalı. Kadın emeği, iktisadi yaşamın sadece piyasa ile sınırlı olmadığının tartışmasız bir göstergesidir. İnsan yaşamının bir bütün olduğundan yola çıkılırsa, o yaşamın gereklilikleri nerede karşılanıyorsa karşılansın iktisadi yaşam bu tüm faaliyetleri ve kaynakları kapsar. Kadın emeği ve çalışma faaliyetleri bu farklı olduğu düşünülen cephelerin tümünde vardır.
İktisadi krizler her ne sebeple olursa olsun ister döviz krizi ister borç krizi olarak tanımlansın, esasen üretim-gelir döngüsünün sekteye uğramasıdır. Ekonomik sistemde döngünün sürekliliği, genişlemesi, büyümesi, ancak yeniden üretim ve doğanın karşılıksız sunduğu değerle mümkündür. Kriz, döngünün yavaşlaması ve kesintiye uğramasıdır. Çoğunlukla kadınlar tarafından yerine getirilen emek faaliyetlerine dayalı yeniden üretim cephesinin, karşılıksız biçimde yüklendiği o üretim-gelir döngüsünün artık taşınamaz hale gelmesidir, kriz. Bu tanımdan yola çıkarak kriz etkilerinin analizi, yalnızca piyasadaki sonuçları ile sınırlı kalmamalı, aynı zamanda piyasa dışında kalan yaşamı da göz önüne alacak biçimde yapılmalıdır.
Karşılıksız çalışma cephesi ve zaman kullanım anketi
Krizin karşılıksız çalışma cephesinde olası etkilerini anlamak için zaman kullanım anketi (ZKA) verilerini kullanarak bilgi üretmek mümkün1. Türkiye’de ilk kez 2006 yılında uygulanan ZKA’nın ikincisi 2014-2015 yıllarını kapsayacak biçimde gerçekleştirildi. Veriler yüz yüze görüşme yöntemi yanı sıra hanehalkı fertlerinin 24 saat boyunca yaptığı tüm günlük faaliyetlerini hazırlanan günlüklere kaydetmeleri yoluyla derlemekte. Katılımcılardan, biri hafta içi diğeri hafta sonu olmak üzere haftanın iki günü, 24 saat boyunca faaliyetlerini 10 dakikalık aralıklar halinde kaydetmeleri sağlanıyor. Hanehalkının tüm üyelerinin aynı gün kendi günlüğünü tutmaları isteniyor. Zaman kullanım bilgisi 10 yaş ve üzeri tüm hane halkı üyeleri için elde edilmekte. Bilindiği üzere Türkiye’de kadınların işgücünün dışında kalmasının ardındaki en önemli nedenlerden biri hane içi eşitsiz/asimetrik çalışma yükü. Resmi istatistiklere göre yaklaşık 20 milyon kadın işgücünün dışında yer almakta. Bu grubun içerisinde esasen işgücü piyasasında çalışmaya engeli olmayan, sağlıklı ve hatta çalışmaya hazır olan ancak aktif biçimde iş aramayan kişiler de bulunmaktadır. Resmi işsizlik rakamlarının dışına çıkarak çalışmak istediği halde iş aramayanları ancak çalışmaya hazır olanları incelediğimizde, kriz etkilerinin bir başka boyutu ortaya çıkmakta; çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bu grubun payının çok arttığını görmekteyiz. Ayrıca, çalışmak istediği halde iş aramayan kadınların %66,2’si ev işleri ile meşgul olduklarını veya ailedeki çocuklara ve bakıma muhtaç yetişkinlere baktıklarını ya da diğer ailevi ve kişisel nedenlerle iş aramadıklarını belirtirken, erkeklerin ise iş aramamalarının başlıca nedeni olarak cesaretlerinin kırıldığını belirtmektedir.
Hane içi bakım faaliyetlerinin genellikle kadınların sorumluluğu olarak görülmesi ve eşitsiz biçimde kadınlara yüklenmesi, işgücü piyasasındaki eşitsizliklerin hem nedeni hem de sonuçlarından biri. Türkiye’de evli çekirdek hanelerde yaşayan kadın ve erkeklerin karşılıksız bakım emeğine ayırdıkları süre, yaşam döngüsüne göre incelendiğinde; kadınlar özellikle 0-6 yaş çocuklar sebebiyle piyasada çalışma saatlerinden bazen daha da uzun saatler bakım faaliyetlerine ayırmaktadır. Kadın ve erkek arasındaki süre farkının özellikle bu dönemde en yüksek düzeye çıktığı görülmekte.
Türkiye, kadınların ücretsiz çalışma saati en uzun ülkelerden biri
Türkiye, OECD üyesi ülkeler arasında kadınların ücretsiz/ karşılıksız çalışma saati en uzun olan ülkelerden biri. Cinsiyet açığı yalnızca istihdamda ücretli işlerde geçerli bir durum değil ve hane içinde cinsiyetçi iş bölümünün de bir yansıması. Hane içi işlere ayrılan zaman bakımından cinsiyet farkının en yüksek olduğu ülkeler Türkiye ve Meksika. Türkiye’de kadınlar günde ortalama 6 saat 23 dakika karşılıksız bakım faaliyetlerine ayırırken, erkeklerde bu süre yalnızca 2 saat 16 dakika.
Kadınların karşılıksız bakım emeğine ayırdığı süre, erkeklerden 4 kat fazla
Evlilik ve ebeveynliğin kadınların istihdam oranlarını olumsuz etkilediği bilinmekte. Tablo 1’de evli çekirdek hanelerin yaşam seyrine göre istihdam oranları verilmekte. Evli kadınların istihdam oranları, erkeklere göre çocuk sahibi olmadan önce de çok düşük ve çocukların gelişi ile bu oran yarı yarıya azalmakta. Çocuklar okul çağına ulaştığında, kadın istihdamında artış gözlemlense de ebeveynlik öncesi orana geri dönüş sağlanamıyor (Tablo 1).
Ücretli ve ücretsiz çalışma bakımından cinsiyet açığı küçük çocuklu ebeveynlerde en yüksek düzeyde. Hem kadınların hem de erkeklerin ücretsiz çalışma süreleri ebeveynlikle birlikte artış gösteriyor ancak bu değişim erkekler için günde yaklaşık 40 dakika iken kadınlar için üç saat. Ücretsiz çalışma süresindeki cinsiyet farkı, çocuklar büyüdükçe ve ebeveynler yaşlandıkça daralıyor. Evli kadınların ev işleri süreleri yaşam döngüleri boyunca pek fazla değişiklik göstermezken, erkekler ancak yaşlandığında genç erkeklere göre ev işlerine biraz daha fazla zaman harcıyor. Ücretli işteki cinsiyet açığı da 6 yaşından küçük çocukları olan genç çiftler arasında en büyük düzeyde: Evde ve bakım işlerinde 6 saat ve 24 dakika daha fazla zaman harcayan annelere kıyasla, genç babalar ücretli işte 5,5 saat daha fazla zaman harcıyor. Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri okul öncesi bakım ve eğitim hizmetlerinin yetersizliği. Ancak kadınlar emeklilik yaşında olsalar dahi benzer yaş grubundaki erkeklere kıyasla dört kat daha fazla süre karşılıksız bakım emeği faaliyetlerine ayırdığı görülmekte. Kriz dönemlerinde hane içi eşitsizliğin daha da derinleştiğine dair bulgular araştırmalar tarafından gösterilmekte. 2009 krizinin karşılıksız ve toplam çalışma saatleri üzerine etkileri incelendiğinde, kadınların günlük toplam çalışma saatinde artış özellikle kentlerde erkeklere kıyasla 6 kat daha fazla ve kriz öncesinde bu çalışma saatindeki cinsiyet açığı da yüzde 50 oranında artmakta (Kaya ve Memiş, 2013).
Krizin ve iktisadi şokların etkilerini nihai olarak hanehalkları üstlenmekte. Karşılıksız emek reel ücretlerin düşük tutulabilmesine katkıda bulunarak, ücretleri ve diğer gelirleri sübvanse eden bir rol oynamakta. Kriz etkilerinin tam olarak anlaşılması ve bu etkilere karşı politika önlemlerinin doğru maliyetlerle tasarlanması, ancak iktisadi yaşamın yeniden tanımı ve “görünmeyen” bakım emeğinin görünür hale gelmesiyle sağlanabilir.
Kaynaklar:
TCMB, (2017). Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2017, sayı 25.
Kaya, B. S., ve Memiş, E. (2019). Kriz İşsizler ve Çalışmak İstediği Halde İşsiz Sayılmayanlar, Toplum ve Hekim, Cilt 34, Sayı 3, Mayıs-Haziran, 2019, Sayfa 164-175.
Kaya, B. S., ve Memiş, E. (2013). “Estimating the Impact of the 2008–09 Economic Crisis on Work Time in Turkey.” Feminist Economics 9 (3): 181–207.
Kongar, E., ve Memiş, E. (2017). Gendered Patterns of Time Use over the Life Cycle in Turkey. In Gender and Time Use in a Global Context (pp. 373-406). Palgrave Macmillan, New York.