Tez-Koop-İş Kadın Sayı 6

AVM’lerde Mağaza Çalışanlarının Sendika Algıları – Prof. Dr. Nurcan Özkaplan

 Sosyal beceri ve “düzgün” fiziksel görünüme dayanan satış işi, müşteriyle yüz yüze ilişkinin marka/mağaza/firmayı iyi yansıtacak şekilde düzenlendiği, genç kadın ve erkek satışçılar için estetik ve duygusal emek kontrollerinin ön plana çıktığı bir iş. Çok uzun ve önceden asla kestirilemeyen sürelerde, devamlı ayakta hizmet veren genç mağaza çalışanları, asgari ücrete ilaveten aldıkları primle Türkiye şartlarında fena sayılmayacak bir ücret almaktadır. 3-4 yıl sabırla çalıştıklarında ya da başka mağaza/AVM’ye geçtiklerinde müdür yardımcısı/müdür pozisyonuna ulaşabilmektedir. Hafta sonu, bayram, yılbaşı vb. tatil günlerinde de çalışmanın sıkıntısına rağmen bu genç kadın ve erkekler çalıştıkları firma/markayı benimsedikleri ölçüde (ve sattıkların malların ilk elden tüketicisi olarak) şık ve güvenlikli mağazalarda kendi kişisel benliklerini de yansıtarak iş tatminlerini yükseltiyorlar. Çalıştıkları mağaza bir statü, modern bir kimlik ve kendi kişiliklerini yansıtabilecekleri bir özerk alan da sağlıyor onlara. 

“Mağaza çalışanlarının sendikalara ilişkin algıları, düşünceleri de bu genç kadın ve erkeklerin zamanlarının büyük çoğunluğunu geçirdikleri “neon kafes”te (büyük mağazalar için tüketim toplumunun zamanımızı, davranışlarımızı ve öznelliğimizi nasıl şekillendirdiğini sembolize eden benzetme) yaşadıklarıyla doğrudan ilintili görünüyor. Genel olarak sendikalar konusunda bilgisizler ya da örgütlü olmaya karşı ilgisizler.” 

Sigortalı bir iş olmasına rağmen, satış danışmanları gerek çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerekse ücret, yan ödeme vb. konularda yapılan hak ihlalleri konusunda yapayalnız kalmaktadır; zira örgütsüzler. Uzun ve belirsiz çalışma süreleri, aynı anda birden fazla işin yapılması ve rekabete dayalı çalışma rejimi, satış elemanlarının neden sendikal etkinliklere ilgi göstermediğinin bir yönü. Bu meslekteki yaygın örgütsüzlük durumu, satış işindeki ‘bireyci’ şirket kültürünün bir sonucu olarak da okunabilir. Satış danışmanının birey-özne olarak uzun dönemli düşünme yetersizliği, mağazada “can sıkıntısının” ve bir türlü geçip gitmeyen zamanın etkisiyle, odaklanma ve sistematik düşünme yetisini geliştiremediği düşünülebilir. 

Ayrıca genel olarak Türkiye’deki işverenlerin yerleşik “sendika düşmanı” tavrının katkısını da hatırlamak gerekmektedir. Özel sektörde sendikalaşmaya çalışan işçiler hemen işten çıkartılmaktadır. Neo-liberal politikaların yaygınlaşması, özelleştirmeler, sosyal politikanın piyasanın gereklerine göre dönüştürülmesi, kamu istihdamının azalması, hizmet sektörünün en fazla istihdam artışını sağlayan sektör haline gelmesi, taşeronlaşma ve İş Kanununda sendika karşıtı düzenlemeler, işveren yanlısı sendikaların güçlenmesi, işyerinde emeğin katmanlaşması gibi belli başlı eğilimler sendikaların gücünü ne yazık ki azaltmıştır. Resmi istatistiklere göre, Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 12’dir ama fiili durumun daha da kötü olduğu bilinmektedir: çalışanların yüzde 90’ı sendikasızdır ve daha da kötüsü yüzde 95’i toplu iş sözleşmesinden yararlanamamaktadır. Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki çalışanların oranı yüzde 7’nin üzerindedir. Bu oran özel sektör için yüzde 5’i biraz aşmaktadır. 

“Özel sektörde, toplu sözleşmeden yararlanan çalışan sayısının 600-650 bin dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Bu durumda özel sektörde sendikalaşma oranı %3-4 civarındadır. İşkoluna göre bakıldığında, Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel sanatlar işkolunda 16 sendika vardır ve toplam sendikalaşma oranı %4,3, kadınların sendikalaşma oranı ise %2,8’dir. Bu işkolunda 3,2 milyon çalışanın sadece 166 bine yakını sendikalıdır.” 

Türkiye’de sendikalaşma oranlarının düşüklüğünün yanı sıra, toplu sözleşme pratiği de çok zayıftır. Sendikalı olmasına rağmen, toplu sözleşmeden yararlanamama durumunun nedenleri arasında, sendikal işkolu ve işyeri/işletme barajları ve toplu iş sözleşmesi yetki sistemi en başta geliyor. İşkolu barajını aşamayan sendikaların üyeleri toplu iş sözleşmesi kapsamına giremiyor. İşkolu barajını aşarsa bir sendika, bu kez işyeri (yarıdan bir fazla) ve işletme (yüzde 40) barajlarını da aşmak zorunda. Adeta bitmeyen engelli koşu gibi görünen sendikal mücadelede bu barajları aşamayan sendikanın oradaki üyeleri, toplu iş sözleşmesinden yararlanamıyor; yani toplu iş sözleşmesinde tanınan her türlü haktan mahrum kalıyor. 

Derinlemesine mülakatlarda, görüşmecilerin sendikalı olup olmadıklarını sorduk. Görüşmecilerimizden sadece bir kadın kasiyer, -delege de olmuş- sendikalı olduğunu belirtti. O da marka zincir marketinde çalışıyor: 

“Ücret, asgari ücret. Ülkedeki insanları ne kadar tatmin ediyorsa beni de o kadar tatmin ediyor. Tatmin etmiyor yani… sendikalıyız biz. Tabii ki sendikalı olmak zorundalar, diye düşünüyorum böyle bir yerde. Yoksa her türlü hakkınızı yiyebilirler… Valla bilmeyen insanlar var, sendikanın ne olduğunu bilmeyen insanlar var… Sendikalıysa parası kesiliyordur, neden kesildiğini bilmiyordur. Kesilen paranın hesabını sormuyordur, filan. O da ilginç bir bakış açısı….Yok, haberi vardır illa ki… Çünkü teklif eder o sisteme girer, e-devletten kendi girip yapar.” Kadın, 33 yaşında, sorumlu kasiyer, marka zincir market mağazası 

Görüşmecimiz “İşimiz sendikaya düştü tabii ki. Yani kötü bir şey yaşamıştım. Pek bir çözümü olmadı ama karşımdaki insanın, yöneticimin gelip benden özür dilemesini sağladı.” diyerek aslında sendikasının beklentilerini karşılamadığını ama üyelerin de kendi sorunlarına sahip çıkması gerektiğini vurguladı: 

“Tabii ki gerektiği zaman siz hakkınızı savunduğunuzda o da sizin hakkınızı savunacaktır. Sistem böyle zaten. Siz çabalamadıkça ağlamayan çocuğa meme vermezler, bu kadar. Orada da öyle bir şey… Sizin üstünüze geliyorlar, siz susuyorsunuz, sendika sadece izliyor mesela. Hani sarı sendika derler, bilmiyorum biliyor musunuz?… İşte bunlara izin verecek olan işçiler. Sen hakkını sormazsan o tınlamaz, o sadece izler. Sen yaşıyorsun onu, o problem senin. Sen onu iletmek zorundasın. O bilmek zorunda ki bunun çözümünü yapmak zorunda. Çünkü senin aylık 50 liranı kesiyor ya. Niye kesiyor, sen 2 gün, 1 gün çalışıyorsun onun için. Niye kessin? Neden kesiyor, benim için ne yapıyor? Bunu sorgulamak zorundalar ama yapan var yapmayan var.”. 

7 yıldır aynı zincir markette çalışan kadın görüşmecimiz sendikalı olmanın avantajlarını da vurguladı: 

“Evet, 7 yıldır… Bu biraz da işte sendikanın gücü yüzünden. Öyle rastgele sizi işten çıkaramaz özel sektör. Ama sendikası olduğu için böyle bir şey yapamaz o yüzden biraz rahat hareket edebiliyoruz haklarımız olduğu için.”. 

Bir önceki işyerinden de “sisteme” itiraz ettikleri için işten atıldığını anlattı: 

“Bir önceki iş yerimde kızın biri çalışmıyor diye ben isyan çıkardım mesela. Evet, başka bir çalışana çok fazla tolerans gösteriliyordu. Ben bunu görünce -orada da kasa şefiydim-bunu yapamazsınız, dedim; böyle bir şey olmaz. Bir sustum, iki sustum, konuştum. Arkadaşlarla konuştum, bir şeyler yapalım, şunu yapalım bunu yapalım. Bir şeyler yapmaya çalışırken üstteki yöneticilerin danışıklı dövüş dediğimiz şeyleri vardı biraz ona denk geldim. Saf saf beni dinlediklerini düşündüm… O kişi değil, aslında daha çok orada sistem dediğim şey var. Eğer bize tolerans gösterse, mesela biz toplu halde kasayı bırakıp çıktık. Hepimiz, sadece bir kasiyer kaldı orada, destek almak zorunda kaldılar. Çıkıp gittik. Onlarda hani bize eğer tolerans tanıyıp işe almış olsalardı, bizden korkmaları gerekirdi. Bizimle artık çalışamazlardı. Bu, sistem. Bize bir sefer bunu yaptırdıkları için, biz daha fazlasını isteyebilirdik onlardan. Böyle baktıkları için o danışıklı dövüş oldu. Bilmiyorum anlatabildim mi ama…. Sonuç ne oldu, hepimiz işimizden olduk. Hepimiz işimizden olduk, sonuç bu yani. Diğer arkadaşlarıma zaten direkt istifa yazdırıp göndermişler. Ben biraz daha çırpındım, çabaladım. Ben bayağı uğraştım. Yani hak ettiklerini aldıklarını da düşünüyorum. Öylesine çıkıp gitmedim yani. Uğraştım. Bir sonuç alabildiğimi düşünüyorum. İşimden oldum, ama neysem o kaldım”. 

Bilinçli görüşmecimiz “neysem o kaldım” diyerek insanın işyerinde kendi benliğini, kişiliğini koruyabilmek için nasıl mücadele etmesi gerektiğini işaret etti. Görüşmecilerimizin genel olarak sendikalara karşı farkındalığının çok zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Diğer görüşmecilerimiz sendikalı olmadıklarını, zaten çalıştıkları alanla ilgili bir sendika bulunmadığını söylediler. “Eğer olsaydı, sendikalı olmak ister miydiniz?” sorusuna ise bir kısım görüşmecimiz “bilmiyorum” ya da “fikrim yok” şeklinde cevap verirken, bazı görüşmeciler sendika olsaydı kesinlikle katılacaklarını çünkü haklarını koruyan hiçbir kurum olmadığını dile getirdiler. Bir görüşmecimiz, geleceğe ilişkin belirsizlik ile örgütsüz olmanın bedellerine dikkat çekti: 

“…piyasa bu yönde, ben memnunum kendi şartlarımda ama 2 gün sonra, 2 ay sonra değişebilir, hiçbir şey kesin değil… yol parası vermeyen var, fazla mesai ödenmiyor…dolayısıyla oralarda çalışan insanlardan en az biri fitili ateşlemeli, benim firmam bunu yapmıyor; çünkü birisi fitili ateşlerse gerisi gelir… Sendikaya devlet izin vermez zaten, ülke daha geriye gidecek diye, bir itiraz tartışma olduğunda güvenliği getiriyor, sendika olsa böyle olur muydu? Sendika olsa süper olurdu.”. Erkek, 32 yaşında, mağaza müdürü 

Bir başka görüşmecimiz, mağaza müdürü olarak çalışmanın, sendikalaşma çabaları dâhil, ‘şiftler’in düzenlenmesine kadar kendi alt kadrosuyla nasıl gerilimler, çatışmalar doğurduğunu anlattı: 

“ …Tabii ki tabii ki, …çalıştığım dönem,…biraz daha farklı bir yönetime sahip, mağaza bazında bir şirket gibi gözüküyor, her mağazası bir şirket gibi yani mağaza müdürü şirketin ortağı, hissedarı gibi bir durum var. Her konuda imza yetkisi var ve mağazalar kendi içlerinde sendikalaşabiliyordu. Çalıştığım AVM’de bu en son ben ayrılmadan önce sendikadan birkaç arkadaş gelip görüşüyordu personelle fakat orada da yöneticileri kesinlikle istemiyorlar. Biz de görüşmek istedik ama bizi şirketin bir ortağı gibi gördüler, gördüklerini açıkça söylediler; bizimle görüşmediler mesela o dönem de. Sonrasında ben zaten ayrıldım… Tabii kim ne derse desin ve ben de buna dâhilim ki zamanında aynı şeyi ben de yaşamıştım, biz sömürülüyoruz yani biz yönetici tarafından sömürülüyoruz. Satış elemanına bunu ben de yapıyorum çünkü zaman zaman yardımcıma diyorum ki “Bırak bugün ful kalsın.”. Çünkü yoğun, sıkışıyoruz. Hâlbuki benim bunu o çocuğa yapma hakkım yok ama suratı düşüyor, gidiyorum diyorum ki işte atıyorum “Murat bugün fulsün.”,“Tamam.” diyor ama kim bilir kafadan neler geçiriyor? Çünkü ben de aynı şeyleri yaşadım; bir planı vardır, bir şeydir. Ne bileyim hiçbir şey olmasa bile gidip evine dinlenecek adam”. Kadın, 33 yaşında, reyon müdürü, büyük mağazacılık 

Satış danışmanları arasındaki amansız rekabet, kısa vadeli benmerkezci düşünme ve değerlendirme tarzının yaygınlığı bilinmektedir; bir tür stratejik, araçsal bireycilik şirket kültürüyle beraber çalışanların öznelliklerinin ve iş aidiyetlerinin bir parçası olmuş görünmektedir. Bu durumda örgütlenme, kolektif dayanışma ya da sendikalaşma konusundaki ilginin çok az olması şaşırtıcı değildir. Ancak sendikal örgütlenmeye işverenlerin sert tepki göstermesi, örgütlenmenin toplumsal olarak anarşi yaratan/komünist bir eylem olarak algılanması ve işini kaybetme riskinin yüksekliği de caydırıcı faktörler olarak düşünülebilir. Kuşkusuz, Türkiye’deki sendikaların mağaza çalışanlarını örgütleme konusundaki yetersizlikleri, isteksizlikleri ve/veya varlık göstermemelerinin yarattığı dağınıklığı da ilave etmek gerekir. Zira mağaza çalışanları genç kadın ve erkekler olarak özgürlüklerine düşkün, birey olarak kendilerini daha rahat ifade eden, talep etmekten çekinmeyen bir kuşağın üyeleri. Bu “genç” sesi duyacak, onların dilini anlayıp bunu sendikal mücadeleye dönüştürecek politikaları oluşturmak önemli görünüyor. Sonuçta sendikalı olma ve toplu iş sözleşmesinden yararlanma, evrensel ve vazgeçilmez bir hak olarak özellikle yaşadığımız ekonomik, siyasi kriz döneminde daha da önemli hale geliyor.





İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu