DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile Konuştuk: “Sendikal Örgütlenmenin Odağında Kadınlar Olmalı”
DİSK gibi Türkiye’nin üçüncü büyük işçi konfederasyonunda genel başkan oldunuz, bu göreve gelen ilk kadınsınız, ne düşünüyor, ne hissediyorsunuz?
Kemal Türkler’in, Abdullah Baştürk’ün emanetini taşımak, Türkiye’de bence bir işçinin üstlenebileceği en onurlu görev. Çünkü biz kuruluşundan bu yana 50 yıldır Türkiye işçi sınıfı açısından onurlu bir geçmiş ve geleneğe sahip bir konfederasyonuz. Böylesi zor bir dönemde de DİSK gibi bir örgütün sorumluluğunu taşımak büyük bir onur benim için. Bir kadın işçi olarak beş yıl önce DİSK’in genel sekreteri seçildiğim zaman da DİSK tarihindeki ilk genel sekreteri idim. Şimdi de genel başkanlık gibi bir görevi bir kadın olarak üstlenmem ayrıca son derece büyük bir onur. DİSK örgütüne bana bu onuru yaşattıkları için her zaman teşekkür ediyorum. Böyle bir görevi almış olmak aynı zamanda büyük sorumluluk. Türkiye’de kadınların bugün genel olarak bütün toplumsal yaşamdan dışlandığı, emek alanında da güvencesiz işçilik politikalarının kadınlara dayatıldığı bir dönemde DİSK gibi bir örgüte kadın olarak genel başkan olmak da ayrıca bir sorumluluk yüklüyor, diye düşünüyorum.
Hekimsiniz ama kendinizi işçi olarak tanımlıyorsunuz, siz işçi misiniz?
Evet, kuşkusuz hâlâ da çalışıyorum. Yirmi altı yıllık hekimim, on dört yıl kamuda çalıştım. 1994’de kamuda çalışmaya başladığımda Tüm Sağlık Sen ve SES içinde sendikal mücadele yürüttüm, üç dönem şube başkanlığı yaptım. 2000 yılının sonunda kamudan ayrıldıktan sonra da Devrimci Sağlık-İş çatısı altında bir mücadele yürütüyorum. Devrimci Sağlık-İş’te işyeri temsilciliğinden genel başkanlığa kadar giden bir süreç içinde bulundum. Aslında 2000’li yıllar, neoliberal politikaların en yoğun biçimde hayata geçirildiği bir dönemdi. Bizim işkolumuz açısından da sağlıkta dönüşüm programı adı altında sağlık bir hak olmaktan çıkarılıp piyasaya açıldı. O dönem sağlık çalışanlarının; hemşirelerin, hekimlerin, vasıflı emeğin de işçileştiği bir süreç yaşandı. Devrimci Sağlık-İş, SES ve TTB başta olmak üzere bütün sağlık örgütleri olarak yürüttüğümüz sağlıktaki bu piyasalaşmaya karşı mücadele, benim açımdan DİSK’te bu görevlere gelmemi sağlayan öykünün başlangıç noktasıdır. 2001 yılından bu yana sağlık iş kolunda işçi statüsünde çalışıyorum. Bildiğiniz 4857 Sayılı Kanuna tabi olarak iş sözleşmesi ile çalışan biriyim.
Türkiye’de kadın emekçilerin önde gelen temel sorunları sizce nelerdir?
Benim hemen aklıma gelen iki temel sorun var: 2000 yılı başından itibaren yaşadığımız güvencesizleştirme politikaları ile birlikte kadınların ucuz, ikinci sınıf işçi olarak, erkeklerden daha düşük ücretle daha düşük nitelikli şlerde çalıştırılması, sürekli olarak bir ucuz işgücü deposu olarak görülmesi. Tüm çalışma yaşamında işsiz olan kadınlardan çalışma şansı elde eden kadınlara kadar tüm kadınlar, ikinci sınıf işçi statüsünde artık. İkincisi de örgütlenme problemi. Kadın işçi örgütlenmesinin önündeki engeller sorunu. Genel olarak sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kadınlar için çok daha ağır bir biçimde yaşanıyor.
Bu engeller arasında yapısal engeller dışında sendikalar aracılığıyla üretilen engeller de var ama değil mi?
Kadın işçilerin örgütlenmesinin önündeki engeller öncelikli olarak sermayenin ucuz ve güvencesiz politikalarının asıl hedefinin kadınlar olmasıdır. Diğer yandan sendikaların kadın işçileri örgütlemeye dönük politikaları ve programları da hiç kuşkusuz yetersiz. Burada mesele sadece kadın işçilerin sendikalara üye olmasını sağlayacak araçlar geliştirmekle de sınırlı değil. Sermaye krizden çıkmak için tümüyle kadın işçileri hedefine alıyorsa, tüm güvencesiz çalıştırma biçimleri, kadın işçilerden başlanarak işçi sınıfı içinde yaygınlaştırılmaya çalı şılıyorsa böylesi bir dönemde bir sendikal politika ve program tartışacaksak, bunun yapısal alanlarından biri, kadın işçilere yönelik politikaları tersine çevirecek bir örgütlenme ve mücadele cephesinin kurulmasıdır. O nedenle kadın işçilerin örgütlenme meselesi sadece kadın işçileri ilgilendiren bir sorun değil aynı zamanda sendikal hareketin geleceği açısından da temel, yapısal, stratejik bir konudur.
Siyasi iktidar, çıkardığı yasa ve yönetmeliklerle kadın emek piyasalarını esneterek, güvencesizleştirerek kadın işsizliği ile güya mücadele ediyor. Bu konuda kadınlar ve sendika üyesi kadınlar olarak neler yapabiliriz?
Bugün aslında Türkiye’nin en temel sorunlarından biri işsizliktir. İşsizlik TÜİK’ın her ayın 15’inde yayımladığı istatistiklerde de DİSK’in raporlarında ifade ettiği verilerde de görüldüğü gibi rakam olmanın ötesinde bir gerçeklik halini almış durumda. Bugün Türkiye’de işsizlik hepimizin elle tuttuğu, gözle gördüğü, somut olarak yaşadığı bir gerçek. Türkiye’de her dört gençten biri işsiz. Büyük kentlerde her üç genç kadından biri işsiz. Tarım dışı genç kadın işsizliği Türkiye’de yüzde 30’ların üzerinde. Rakamların da gösterdiği gibi Türkiye’de bugün işsizliğin kıskacında öncelikle gençler ve kadınlar var. Ayrıca kadınların hem işgücüne hem de istihdama katılımı hâlâ istenilen düzeyde değil. Siyasi iktidar da bunun farkında. Kadınların çalışma yaşamına katılımını artırmak, kadın istihdamını artırmak adı altında bir dizi politikalar hayata geçiriliyor. Fakat siyasi iktidarın yaklaşımında temel bir problem var. Kadınların istihdama katılımını artırmak adı altında atılan her adım, uygulanan her politika, kadınlarla erkekleri eşit çalışma koşullarında çalışma yaşamına katmak yerine daha güvencesiz, daha düşük nitelikli işlerde çoğu zaman evden, yarı zamanlı, kısmi zamanlı, çoğu kez sigortasız, kayıtdışı, sendikasız bir biçimde çalıştırılacak bir işgücü deposu yapma hedefine göre şekilleniyor. Bu projelerin hepsi kadınları çalışma yaşamındaki cinsiyetçi bakış açısına uygun ve onu daha da derinleştiren hep geçici ve eğreti biçimler altında istihdam etmeye dönük politikalar öneriyor. Oysa biz her zaman şunun altını çiziyoruz ve söylüyoruz: Evet, kadınların Türkiye’de istihdama katılım oranı yükseltilmelidir. Tabii ki kadınların iş yaşamına katılımı artırılmalıdır, ama erkeklerle eşit koşullarda eşit ücretle ve nitelikli bir biçimde olmalıdır bukatılım.
Eşit koşullar derken bakım hizmetlerini ve ev işlerini de içine alacak bir çözümden bahsediyoruz değil mi?
Evet, kadınların çalışma yaşamına katılmasının önündeki en önemli engel, çocuk bakımı ve ev işleridir. Kadınlara “Neden çalışmıyorsunuz?” diye sorulduğunda, verilen cevaplardan en önemli engelin ev ve bakım işleri olduğunu görüyoruz. Erkeklerin çalışmama gerekçeleri arasında böyle bir neden yok. Dolayısıyla kadınlara toplumsal olarak yüklenmiş ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerin toplumsallaştırılması gerekiyor. Yaşlı bakım evleri, kreşler gibi sosyal politika önlemlerinin hayata geçirilmesi gerekir ki kadınlar gerçek anlamda daha fazla çalışma yaşamı içine girebilsinler. Erkeklerle eşit koşullarda çalışabilsinler. Bunun için bir politikanın oluşturulması lazım. Hükümetin işsizlikle ilgili birçok açıklamasında kadınların işgücüne, istihdama katılımının yükseldiği o nedenle işsizliğin düşmediği biçiminde işsizliğin sorumlusu olarak da kadınları gösterdiğini görüyoruz. Biz bunları asla kabul etmiyoruz. İstihdam genelgesinde eşitlik kavramlarının da genelgeden atıldığını gördük. Kadınların eşit bir biçimde ve insan haysiyetine yaraşır bir ücretle istihdama katılması lazım.
Devrimci Sağlık İş’te durum daha değişikti ama Türkiye’de kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı işkollarında örgütlü sendikalarda bile yönetimlerde kadın yok ve her türlü yönetim kanalı kadınlar için kapalı; sizce neden böyle, aşmak için neler yapabiliriz?
Aslında Türkiye’de istihdamın değişen yapısı ve hizmet sektörünün ağırlıklı hale gelmesiyle birçok işkolunda artık kadın çalışan oranı yükseliyor. Buradan hareketle sendikalarda da hem üye olarak hem de sendikaların yönetim mekanizmalarında kadınların daha fazla bulunması beklenir. Bilinçli bir politika geliştirilemediği sürece bunun kadınlara doğrudan yansımadığını görüyoruz. Kadınların çok yoğun olduğu işkollarındaki sendikalarda bile yönetimlere baktığımızda kadınların katılımının son derece düşük olduğunu görüyoruz. Kadınları sendika üyesi yapmak açısından politikalar geliştirmek gerekiyor bir yanıyla, çünkü onların sendika üyesi olması konusunda- erkeklerin de öyle- bir dizi engel var. Türkiye’de sendikalaşma oranı düşük, kayıtdışı ile birlikte hesapladığımızda her 100 işçiden 10’u sendikalı. Özel sektörde bu yüzde 5’e kadar geriliyor. Kadınlar açısından bu daha da düşük, her 100 kadından ancak 8’i sendikalı. Dolayısıyla bu oranları yukarıya çekmek ve kadın işçilerin sendikalara üye olmasını sağlamak gerekiyor. Sendikaya üye olduktan sonra da her türlü yönetim düzeyinde temsilcilikten şube yöneticiliğine, sendikaların merkez yönetimlerine kadar daha fazla kadının temsil edilmesini sağlayacak politikalar geliştirmek lazım. Benim bir kadın olarak sendika başkanı olmamın eğer bir anlamı olacaksa, bu süreci tamamlayacak olan şey de böylesi bir sendikal politika, örgütlenme, DİSK açısından en azından hayata geçirmektir. Bütün sendikalarımızda kadınların örgütlenme düzeyini artırıp sendikal politikalarda daha etkin olduğu bir süreci gerçekleştirirsek, bugün benim bir kadın olarak DİSK Genel Başkanı olmam bir anlam kazanır. Yani merdiven altı tekstil atölyelerinde çalışan kadınlardan plazalarda AVM’lerde günde 12 saat çok düşük ücretlerde çalışan binlerce kadına, oradan da bankacılık sektöründe çalışan kadınlara kadar her kadını örgütlemeliyiz. Sendikalarda da onların önlerini açmak için kapsamlı bir politikaya, programa, örgütlenme modellerine ihtiyaç var. Geçmişte bazı çalışmalar yaptık ama önümüzdeki dönemde bu konuda ciddi adımlar atma zorunluluğumuz var.
Mücadale içinden gelen ve mücadele içinde olan bir kadınsınız, sendika kademelerinde yükselirken, kadın olarak ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Gençlik mücadelesinden geliyorum, öğrenci gençlik hareketi içinden. Sonra kamu çalışanları sendikalarının içinde mücadele verdim. Kadın olarak tabii hepimizin karşılaştığı sorunları ben de yaşadım. Sendikalarımızın da kendi örgütlerimizin yapısı da kadınları kendilerini var etmeleri açısından bir dizi engel ve kısıtlılığı taşıyor. Bununla mücadele ederek bir yere gelebiliyorsunuz. Ama şunu da söylemek isterim. Özellikle son dönemde kadın hareketi hem Türkiye de hem dünyada yükseliyor. Nerede mücadele varsa kadınlar orada oluyor. Emek mücadelesinden kent doğa mücadelesine kadar her alan için bu böyle, en önde kadınları görüyoruz. Kadın direnişinin kadın direncinin bu gücü, aynı zamanda sendikalarda mücadele veren kadın arkadaşlar açısından bir güç, bir kuvvet yaratıyor. Bunun altını çizmek gerektiğini düşünüyorum.
DİSK Genel Başkanlığının yanı sıra görev bölüşümünde kadın işlerini de siz üstlendiniz, daha çok erken biliyorum ama bundan sonra DİSK’te konfederasyonun temel metinlerine yansıyacak sistemli bir kadın politikası olacak mı, bunu nasıl, kimlerle oluşturmayı düşünüyorsunuz?
Erken bir soru değil. DİSK Genel Sekreterliğini yürütüyorken de kadın işleri bana bağlıydı. DİSK Kadın Komisyonu’nun kurulması, hükümetin kadın istihdam politikalarına karşı kadın emeği platformunun kuruluşu orada yapılan çalışmalar…. Her ne kadar sürekliliği sağlamasak da Türkiye’nin dört bir tarafında DİSK içinde kadın işçilerin örgütlenmesi için çaba sarf ettik. Baktığınızda çıkılmış bir yol var. Sıfır noktasında değiliz. Ama önümüzdeki dönemde bu konuda daha temel, yapısal ve kalıcı adımlar atmamız gerektiğini düşünüyoruz. DİSK içindeki tüm kadın arkadaşlarla birlikte. Şunu yapacağız, bunu yapacağız şeklinde söylemlerden ziyade bunları yaptıkça konuşmayı tercih ederim. Çünkü önümüze bir program koyup bunun adımlarını atmak ve bunun sonuçları üzerinden bir değerlendirme yapmak doğru olur. Ama çok açık bir zorunluluk: Önümüzde olan tarihsel görev bu süreçte tüm sermaye politikalarının hedefinde kadınlar varsa direnişin, örgütlenmenin ve mücadelenin odağında da kadın işçiler olmalıdır. İlerici bir emek örgütü olarak DİSK’in üzerine düşen tarihsel görev de bugün açısından böyle bir politikayı ve onun araçlarını kurmak, bunu kurumsallaştırmak ve kalıcı hale getirmektir.
Kolektif bir çalışma sürecinden bahsediyorsunuz sanırım?
Her alanda olduğu gibi bu alanda da ortak akla ve kolektif iradeye ihtiyaç var. DİSK’in yönetim kurulu, başkanlar kurulu, sendikalarımızdaki kadın çalışmalarını yürütenler, bağlı sendikalarda tüm düzeydeki kadın işçi arkadaşlarımızla birlikte ortak bir iradeye ihtiyaç var. Aynı zamanda bu alanda çalışma yapan akademisyen kadın arkadaşlarımızın desteği ve kadın mücadelesinin bütün deneyimlerine kadar hepsini ortak bir potada eriten bir politika gerekiyor. Biliyorsunuz kadın hareketi kürtaj yasasından kız çocuklarının evlendirilmesine, kadına yönelik şiddete, taciz ve tecavüze karşı çok kapsamlı yanıt üretti; hükümetin bu konulardaki politikalarını geriletti. Kadın hareketinin en zayıf alanı –tarihsel sorumluluk derken biraz da bunu söylemeye çalışıyorum, yani özeleştirel bir yaklaşım olarak da bunu söylüyorum kadın emek alanı. Bu alana yönelik sermaye politikalarına yeterince yanıt üretilmemiş olması, DİSK’in ve bu alanda mücadele veren herkesin önünde tarihsel bir gör ev olarak duruyor.
Nasıl bir kadın örgütlenmesi modeli düşünüyorsunuz?
Kolektif irade önemli. Önümüzdeki dönemde sendikalarımızda genel kurul süreçleri başlayacak. Aslında DİSK açısından bu tür tartışmaların ve karar alma süreçlerinin sendikalarımızdan süzülerek gelen, daha sonra DİSK içerisinde konfederasyon bünyesinde atılan adımlar haline gelmesi daha sağlıklı ve kalıcı olacaktır.
En azından tavsiye olarak tüzüklerini gözden geçirmeleri söylenebilir mi?
Tüzük maddeleri, genel kurul kararları, toplu sözleşme politikaları…. Yani toplam bir mücadele ve örgütlenme programına ihtiyaç var.
DİSK’in Genel Başkanı olmanız pek çok sendika üyesi ve sendika içinde aktif olarak çalışan kadında ciddi bir umut yarattı, bizde de öyle. Tek başına bu bile bizce bir rol model örneğidir. Sendikalarda çalışan kadınlara ve Tez-Koop-İş Sendikası üyesi kadınlara, neler söylemek istersiniz?
Bütün kadın işçi arkadaşlarıma her şeyden önce sendikalara üye olma çağrısı yapmak isterim. Bir kadın olarak Türkiye’de çalışma yaşamı içinde yer almak önemli. Çünkü az önce rakamları konuştuk, işsizlik kıskacında kadınlar var. Kadınların çoğunun işsiz olduğu bir ülkede çalışma hakkını elde etmek ve çalışırken de emeğinin karşılığını almak, erkeklerle eşit koşullarda çalışmak ve mücadelenin bir parçası olmak için tüm kadın işçileri, sendikalı olmaya, kendi emeğine ve geleceğine sahip çıkmaya çağırmak isterim. Sendikalı olan işçi arkadaşlarımıza da sendikalarına sahip çıkmaya, sendikalarını daha fazla kendilerine mal ederek onları da değiştirmeye çalışmaya çağırmak isterim. Çünkü gerçekten işçi sınıfının önemli bir bölümü kadınsa sendikal örgütlenme ve mücadele içinde kadınların daha fazla yer alması hem sendika üyeliği anlamında hem de karar mekanizmalarında, temsil mekanizmaları içerisinde etkin rol alması, sendikal hareket açısından son derece ilerletici ve önemli bir etki yaratacaktır. Buna yürekten inanıyorum. Onun için çalışan tüm kadın işçi arkadaşlarımı öncelikle sendikalı olmaya, sendikalı olduktan sonra da sendikalar içerisinde aktif görev almaya çağırıyorum. Çünkü kadın mücadelesinin tarihsel birikimi son derece değerli. Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde kadın hareketleri toplumu ileri götüren hareketler olmuştur. Emek alanında da bu böyledir. Dolayısıyla da eğer daha yaşanılacak bir ülke kurmak istiyorsak, kadınlar olarak bunun en önemli öznelerinden biri olduğumuzu bilelim. Bu anlamda da emeğimize ve tüm yaşamımıza hep beraber sahip çıkalım.
Flormar’da kadınlar sendikalaştıkları için işten atılan arkadaşlarına sahip çıktılar ve onlar da işlerinden oldular. Bu kişilikli ve direngen kadınlar hepimiz için umut ve moral oldu… Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Kadınların yoğun olduğu bir işkolundan geliyorum ve benim bütün sendikal deneyimim kadın işçilerin direnişlerinin ve mücadelelerinin önde olduğu bir tarihsel kesite dayanır. Bugün Flormar işçilerinin direnişi geçmişteki tüm kadın işçilerin direnişlerinde olduğu gibi tüm topluma umut oluyor. Bizim geçmişte Devrimci Sağlık-İş olarak örgütlediğimiz Marmara Hastanesi’nde çok fazla sayıda insan işten atılmıştı ve yarısından fazlası kadındı. Direnişte en önde kadın arkadaşlar vardı. Biz hastane önünde kurduğumuz çadırda altı ay boyunca 24 saat kadın arkadaşlarımızla birlikte gerçekten iyi bir direniş yürüttük. Ben o direnişte de söyledim, kadınların merkezinde olduğu hiçbir direniş yenilmez. Kadının merkezinde olduğu her direniş mutlaka başarıya ulaşır. Daha geniş çaplı mesela Haziran isyanı için de bu böyledir. Emek alanındaki kadın direnişleri açısından da bu böyledir. Flormar’da da bunu görüyorum. Bizim bir başka önemli direnişimiz de Taksim Hastanesinde tek kişinin direnişiydi. Bir tek kadın arkadaşımız 24 saat o hastane bahçesinde direnişi hiç ayrılmadan yürüttü ve başarıyla sonuçlandı. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kadınların direnişi hangi alanda olursa olsun ister emek alanında isterse derenin başında suyuna sahip çıkan bir Karadenizli kadının direnişinde olsun topluma ciddi anlamda umut olan ve Türkiye’nin geleceğini belirleyen direnişlerdir. Tüm direnişteki arkadaşların emeğine ve yüreğine sağlık diyorum.