Eğitim-AraştırmaManşet Haberler

Ekonomide büyümeden küçülmeye

Türkiye ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre % 2,5 ve bir önceki çeyreğe göre % 0,1 oranlarında büyüdü. Bu gelişmeler, iktisatçılar tarafından son 22 yıldır (istisnai bazı dönemler dışında) yıllık ortalama % 4’ün üzerinde büyüyen “ekonominin uzun sürecek bir durgunluk ve ardından küçülme sürecine gireceği” biçiminde değerlendiriliyor.

“Durgunluk”, ekonomik faaliyetlerin ve hâsıla artışının yavaşlaması demektir. Bu yılın geri kalan kısmında ve 2025 yılında ise ekonominin küçülmesi olasılığı bir hayli yüksektir. Bir ekonominin iki çeyrek üst üste (6 ay boyunca) küçülmesine ya da negatif büyümesine ise “resesyon” adı verilmektedir.

Sanayideki küçülme alarm veriyor

Tarım sektöründeki büyüme % 3,7 ile sınırlı kalırken, sanayi sektörü % 1,8 oranında küçüldü. Tarımdaki bu cılız büyüme açlık riskinin arttığını gösterirken, sanayi sektöründeki bu gelişme bir yandan ihracat, diğer yandan da istihdam açısından olumsuz başka gelişmelerin habercisi niteliğindedir.

İkinci çeyrekte özel tüketim harcamalarının sadece %1,6 ve kamu nihai tüketim harcamalarının % 0,7 artması, ayrıca gayrisafi sabit sermaye yatırımlarının sadece % 0,5 artması, diğer yandan mal ve hizmet ihracatının % 0,04 artarken, ithalatın % 5,7 azalması ekonominin yönünü aşağıya doğru çevirdiğinin ve daraldığının bariz göstergelerini oluşturmaktadır.

Ücretlerin payı arttı ama ücretli sayısı da arttı

İşgücü ödemelerinin gayrisafi katma değer içindeki payının % 40,8’e yükselmiş olması yılbaşında asgari ücretin yükseltilmesiyle ilgili bir durumdur. Kaldı ki son 1 yıl içinde (Haziran 2023-Haziran 2024) istihdam edilen işçi sayısının 500,000 kişi civarında artmış olması, gerçekte ücretlerin payının üçte biri aşmadığını göstermektedir.

Türkiye ekonomisinin, durgunluğa sürüklenmesinin (sistemik nedenler dışında) başlıca nedeni, enflasyonu düşürmek gerekçesiyle uygulanan yüksek faiz politikası, uygulamaya konulan yeni vergiler ve asgari ücrete yarıyılda zam yapılmaması gibi sıkılaştırıcı para, maliye ve gelir politikalarıdır.

Diğer bazı göstergeler de ekonomideki bu daralmayı ortaya koymaktadır. İşyeri kapanmaları, şirket iflasları, konkordato ilanlarındaki artışlar ve sadece son 1 ayda artan 234 bin işsiz bu durumu açıklamaktadır. Ayrıca, Satınalma Yöneticileri Endeksleri (PMI), ekonomik faaliyet koşullarının ne halde olduğunu gösteren önemli bir göstergedir.

(PMI’nın 50’den büyük olması önceki aya kıyasla bir iyileşmeye ya da artışa işaret ederken, 50’den küçük olması önceki aya göre kötüleşme ya da düşüş olarak değerlendirilmektedir. Bu endeks, esas alınan ekonomi ya da sektörün faaliyet koşullarındaki değişimin nicel büyüklüğünü değil, yönünü göstermesi açısından önemlidir).

PMI Endeksi son 5 aydır sürekli olarak düşmüş ve Temmuz’da 47,6’ya gerilemiştir (Ağustos’ta tekrar 47,8’e yükselse de). Yeni siparişlerde üst üste 14 ay yavaşlama kaydedilmiştir. Sanayi üretiminde Kasım 2022’den bu yana en belirgin daralma yaşanmıştır. Ocak-Temmuz 2024’te tüketim mallarında ithalat artışı yaklaşık % 16’ya çıkarken, üretimde yavaşlayan çarklar nedeniyle, ara malı ithalatı yaklaşık % 4 azalmıştır.

Getiri Eğrisi tersine döndü

Getiri Eğrisi iktisatçılar tarafından gelecekteki ekonomik büyümeyi ya da durgunluğu tahmin etmede kullanılan bir eğridir. Çünkü farklı vadelere sahip devlet tahvillerinin getiri oranlarıyla oluşturulmaktadır. Eğri normalde yukarı doğru (pozitif) eğimlidir zira riskleri ortadan kaldırabilmek için uzun vadeli tahvillerin getirisi daha yüksek olmalıdır. Ters Getiri Eğrisi, tahvil yatırımcılarının uzun vadeli getiri oranlarında düşüş beklentilerini yansıtır ve bu genellikle resesyon ya da en azından ekonomik durgunlukla ilişkilendirilir. Yani eğri tersine dönmüşse ekonominin durgunluk içine gireceği bekleniyor demektir.

TCMB Enflasyon Raporuna (III) göre, kısa vadeli Hazine bonolarının yıllık getirisi (faizi) uzun vadelilerin (tahvil) üzerinde seyretmektedir. Bu durum geçen yıl Ekim ayından bu yana böyledir.

Dezenflasyon/Enflasyon

Dezenflasyon, enflasyonun çok düşük bir düzeye düşürülmesidir. Bunu sağlamanın en temel yolu sıkı para, maliye ve gelir politikaları aracılığıyla toplam talebi düşürmektir. Genelde faiz oranlarının yükseltilmesiyle yürütülen bu sürecin en önemli maliyeti hâsıla kaybı ve işsizlikteki artıştır.

TÜİK’e göre, Ağustos ayında enflasyon yıllıkta % 51,9’a ve aylık olarak % 2,4’e gerilerken, ENAG’a göre ise yıllık enflasyon % 90,4 ve aylık % 3,5 oldu (böylece iki kuruluşun rakamları arasındaki fark hala iki kata yakın olarak devam ediyor).

Her ne kadar Temmuz ayına göre yıllık enflasyon rakamlarında 10 puana yakın bir düşüş görülse de (rakamların güvenirliliği dışında), Ağustos ayı enflasyonu, 2005 Ağustos ayından bu yana en yüksek enflasyona sahip bir ay olarak kayda geçti. Ayrıca ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın % 16’ya kadar gerilemiş olması, enflasyonda artık döviz kurunun değil, yüksek kârların etkili olduğunu göstermektedir. Özellikle de hizmetler sektöründeki enflasyon yüksekliğini korumaktadır (Ağustos’ta eğitimde aylık enflasyon % 11,3 ve konutta % 8,5 oldu).

Emekçilerin enflasyon ile imtihanı en az bir iki yıl daha sürecek

Diğer yandan enflasyon beklentileri ile ilgili karmaşa devam etmektedir. Öyle ki TCMB tarafından uygulanan Piyasa Katılımcıları Anketi (PKA) ve finansal ve reel sektördeki karar alıcı ve uzman kişilere, yine TCMB tarafından uygulanan, İktisadi Yönelim Anketi (İYA) ile imalat sanayiinde faaliyet gösteren firmalara ve TCMB ve TÜİK iş birliğiyle yürütülen Tüketici Eğilim Anketi (TEA) ile hane halkına, gelecek 12 aylık dönem için enflasyon beklentilerinin sorulduğu üç farklı anketten derlenen enflasyon beklentileri birbirinden ciddi biçimde farklılık göstermektedir. Örneğin Piyasa Katılımcıları Anketinde yıl sonu enflasyon beklentisi % 30-40 aralığında iken, Hane halkı Anketinde bu % 70-80 aralığındadır.

Diğer yandan, dezenflasyon hesaplarının büyük ölçüde “enflasyon beklentileri modeli”ne dayandırılmış olması dezenflasyonun başarı ile yürütüleceğine olan inancı sarsmaktadır. Ayrıca dezenflasyon fiyatların düşmesi anlamına da gelmediğinden, düşük gelirlilerin, yoksulların, kısaca emekçilerin enflasyon ile imtihanı en az bir iki yıl daha devam edecektir.

Ekonomi stagflasyona girdi

Kısaca Türkiye ekonomisi, artık yüksek enflasyonla aynı anda düşük ekonomik büyüme ve yüksek işsizliğin bir arada yaşandığı bir ekonomik kriz sürecine girmiştir. Adına “stagflasyon” da denilen bu durumun, genelde toplam talep yönetimi politikalarının kaçınılmaz bir sonucu olduğu kabul edilir. Bu  kapitalist ekonomiler için bir kâbus gibidir ancak bu gelişme emekçiler için olası en kötü senaryodur çünkü yüksek enflasyon altında işlerini de kaybedebilirler.

“Stagflasyon” aslında 1970’lerin dünya ekonomisinin hikâyesidir. 2024 yılının ikinci yarısında ise stagflasyon Türkiye ekonomisi üzerinden dünyaya geri dönüş yapmıştır. Öyle ki şimdiye kadar % 60’ın üzerinde bir enflasyonla, ülkede stagflasyonun  “flasyon” kısmını yaşanmıştır. Yılın ikinci yarısından itibarense “stag” kısmı yaşanacaktır.

Mücadelemiz geleceğimizi belirleyecek!

Türkiye işçi sınıfı ne yüksek enflasyon ne durgunluk ve işsizlik ne de bu iki halin aynı anda görüldüğü kapitalist sistemin ve burjuva iktidarlarının yarattığı bu krizlere mahkûmdur. Bu gelişmeler işçi sınıfı ve tüm diğer emekçilerin ekonomik durumlarının daha da kötüleşmesiyle, yoksullaşmanın artmasıyla sonuçlanabilecek olsa da bunu tersine çevirmek ve güçlü sendikal mücadeleyle desteklenmiş bir emek demokrasi, barış ve ekoloji mücadelesini yükselterek kazanmak mümkündür.

Eğitim-Basın-Yayın-Araştırma Birimi

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu