Genç Emekçinin Geleceği İstihdam Programlarında mı Örgütlü Mücadelede mi? – Özgür Müftüoğlu
Üretim kabaca “doğanın insan ihtiyaçlarını karşılamak için dönüştürülmesi” olarak tarif edilir. Kapitalist üretimle birlikte bu tarif, sermaye birikimi sağlamak yani kâr elde etmek için doğanın dönüştürülmesi olarak, değişmişti. Üretimin insan ihtiyaçları yerine bir avuç sermayedarın kârı için yapılıyor olması, ister bir masa ister bir uzay mekiği olsun, doğanın dönüştürüldüğü gerçeğini değiştirmez.
Hangi üretim sisteminde olursa olsun doğanın dönüştürülebilmesi, yani üretimin yapılabilmesi için –teknolojinin düzeyine de bağlı olarak– mutlaka emek gücüne ihtiyaç vardır. Teknolojinin zayıf olduğu alanlarda üretim emek yoğundur ve kol gücü önem kazanır. Kol gücünün önem kazanmasıyla genç, dinamik emekçilere gereksinim de artar. Öte yandan daha çok eğitimli, beyaz yakalı işgücünün kullanıldığı teknoloji yoğun üretim alanlarında ya da hizmet sektöründe işi yoğunlaştırarak emek verimliliğini en üst düzeye çıkartmayı amaçlayan Toplam Kalite Yönetimi gibi “yalın üretim” uygulamalarında da yine genç emekçiler tercih edilir. Patronların genç emekçileri tercih etmesinde gençlerin üretkenliğinin yanı sıra esnek, geçici ve güvencesiz işlerde çalışmayı daha kolay kabullenmesinin de önemli payı vardır elbette.
Öyle ya liseyi, meslek lisesini ya da üniversiteyi yeni bitiren, iş tecrübesi olmayan ve ayrıca erkekler için askerlik yapmamış olanlar, aynı işte hâlihazırda çalışmakta olanlardan çok daha kötü koşullarda ve daha ucuza çalışmayı kabullenmek zorunda kalacaktır. İşletmelerin insan kaynakları birimleri emek piyasasına yeni katılacak, tecrübesi az olan gençlere, evden harçlık almaktan kurtulmak ya da kendilerini kanıtlamak için, kabullenmek zorunda kalacakları en acımasız çalışma koşullarını, sanki bir fırsatmış gibi sunmaktadır.
Gençlerin, ucuz ve dinamik emek gücü olarak sermayenin iştahını kabartması, devletler tarafından da teşvik edilir. Özellikle 2008 krizinde işsizliğin hızla artmasıyla birlikte ILO, OECD, IMF, DB vd. küresel karar vericiler, yükselen işsizliği temel problem olarak belirlemiş “işsizlikle mücadele programları”nı öne çıkardılar. Hızla artan işsizlik içinde genç işsizliği çok daha belirgindir. Gençler yaşamda umduklarını bulamadıklarında, mevcut sistemi sorgulamak ve karşı karşıya oldukları haksızlıklara tepki vermek konusunda diğer emekçi kesimlere göre çok daha isteklidir. Genç işsizliğinin genel işsizlik içindeki ağırlığı ve gençlerin mücadele direncinin yüksek olması, işsizlikle mücadele programlarında genç işsizlere özel bir yer verilmesine neden oldu ve gençler; engelliler, kadınlar vb. ile birlikte dezavantajlı kesimler içinde sayıldılar.
Türkiye, küresel üretim zincirinde; emek yoğunluklu üretimle yer alan, ucuz emek gücü üzerinden var olmaya çalışan ve aynı zamanda da genç nüfusu sayesinde ucuz emek alanı (cenneti) olarak görülen bir ülkedir. Düşük ücretle, en kötü koşullarda çalışmaya razı edilen genç emekçiler, küresel rekabette (yatırım iklimi oluşturma adı altında) uluslararası sermayeyi Türkiye’ye çekmenin aracı olarak görüldüler. Bu
nedenle 2008 krizi sonrası küresel aktörlerin belirlediği istihdam politikaları ve bu politikalar içinde yer alan gençlere yönelik düzenlemeler süratle uygulamaya konuldu.
2008 krizi sonrasında özellikle işsizliğin hızla arttığı Yunanistan, İspanya ve Türkiye’de istihdam politikaları “işsizliği önleme” adı altında bir sosyal program(mış) gibi sunuldu. Oysa bu politikaların teşvik adı altında sermayeye kaynak aktarmak ve emek piyasasını daha da esnekleştirerek emekçileri güvencesiz, en ucuz biçimde çalıştırmaktan öte bir anlamı yoktu.
İşveren üzerindeki istihdam yükünün hafifletilmesini amaçlayan “işsizlikle mücadele” programlarında gençlerin de içinde yer aldığı dezavantajlı kesimlerin istihdam karşılığında sosyal güvenlik primlerinin genel bütçeden ve İşsizlik Sigortası Fonu’ndan, yani toplumun geneli ve emekçilerin işsizlik güvencesi için oluşturulan kaynaktan karşılanması yoluna gidildi. Öte yandan “İşbaşında Eğitim Programı”, “Bir Senden Bir Benden İstihdam Teşviki”, “Kadın, Genç ve Mesleki Yeterlilik Belgesi Olanların Teşviki” gibi programlarla istihdam edilen emekçilerin ücretleri de yine genel bütçe ve İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanıyor. Bunun yanında, stajyer çalıştırma sınırı kaldırıldı, stajyerlerin ve kısmi zamanlı öğrencilerin ücretleri düşürüldü, sosyal güvencelerinin kapsamı daraltıldı. Öte yandan İŞKUR tarafından gençlere sağlanan işler geçici süreli, güvencesiz ve düşük ücretli eğreti işler oldu. Gençlerin bu tür işlerle geleceklerini güvenceye alacak bir iş tecrübesi edinebilmesi ise olanaksız görünüyor.
Peki, genç işsizliğini önleme görüntüsü altında sermayeye kaynak aktaran, patronların adeta hiçbir karşılık ödemeden gençlerin emeğinin tümüne el koymasını sağlayan ve en önemlisi gençlere kalıcı, güvenceli, insanca koşullarda bir iş olanağı sağlamayan bu istihdam programları, “genç işsizliği”ni ortadan kaldırabilmiş midir? ILO verilerine göre dünyada işsizlerin yüzde 35’i gençtir. Küresel genç işsizlik oranı
yüzde 13’ü aşmıştır (Gençler için Küresel İstihdam Eğilimleri Raporu 2017). Türkiye’de de DİSK-AR’ın Ekim 2018 verilerine göre genç işsizliği yüzde 20 dolayındadır. Genç kadınlarda ise bu oran yüzde 25.6’dır. 2009’da krizin etkilerinin en ağır biçimde hissedildiği döneme göre genel işsizlik oranı gibi genç işsizlik oranında da bir miktar düşüş olmuştu. Ancak kriz öncesindeki dönemle karşılaştırıldığında, “işsizlikle mücadele” programlarının sermayeye kaynak aktarmak ve gençleri daha güvencesiz, daha düşük ücretlerle çalışmaya mahkûm etmekten başka bir işe yaramadığı görülüyor.
Bu istihdam programları, içinde bulunduğumuz kriz döneminde de yeniden ısıtılıp emekçilerin önüne konuluyor. Toplumun varlıklarını sermayeye daha fazla aktaran ve gençlerin güvencesiz, düşük ücretle çalışmaya zorlandığı esnek emek piyasasını daha da esnekleştirecek politikalar yeniden düzenleniyor.
Gençler, işçi sınıfının sömürüye en açık ama aynı zamanda da en dinamik unsuru. Bu nedenle ister mavi ister beyaz yakalı olsun emekçi gençlerin dünyayı, üretim sistemini ve kendi yaşam koşullarını sorgulayarak örgütlenmesi, bugünü ve geleceği için sınıf temelli bir mücadelenin öncülüğünü üstlenmesi gerekli. Sendikalar da gençlerin sınıf bilinci edinmesi, örgütlenmesi ve mücadeleye yönelmesi konusunda özel bir
gayret içinde olmalı, gençlerin örgütlenmesi ve mücadeleye katılmasının önündeki bürokratik engelleri ortadan kaldırarak gençlere yol açmalı. Çünkü genç emekçinin geleceği istihdam programlarında değil, örgütlü mücadelede!