Göçmen işçiler: Sınıf kardeşlerimiz mi, işimize-aşımıza göz dikmiş düşmanlar mı? – Taner Akpınar
Yeni liberal çağda ulus devletler uluslararası göçlere karşı katı bir tutum takınmakta ve göçleri engellemek için türlü yollara başvurmaktadır. Yasakçı politikalar ve yasal düzenlemeler yanında politik sınırlara inşa edilen duvarlarla politik sınırların fiziksel sınır haline getirilmeye çalışıldığına bile tanık olmaktayız. Yasal yolların kapatılması göçleri durdurmamaktadır. Milyonlarca insan göç etmeye devam etmektedir. Yasal yolların kapatılması göçmen kaçakçılığı faaliyetlerinin artmasına yol açmaktadır. Küresel ölçekte göçmen kaçakçılığı, buna insan ticaretini de dâhil etmek lazım, silah ve uyuşturucu ticaretinden sonra üçüncü büyük suç endüstrisi haline gelmiş durumdadır. Aslında bu göçlere karşı ulus devletler ikircikli davranmaktadır. Görünürde uluslararası göçler istenmiyor gibi gösterilse de, gerçekte göçmen iş gücüne olan talepten de vazgeçilemediği ortadadır. Göçlerin yasadışı yollardan olması, göçmenlerle onların emeğinin birbirinden kopartılarak ikincisinin içeri alınıp ilkinin kapı dışarı edilmesinin eşsiz yoludur.
Yeni liberal çağda Türkiye de yasadışı konumdaki göçmen işçilerin yoğun olarak istihdam edildiği bir ülkedir. Göçmen işçiler Türkiye emek piyasasında kalıcı hale gelmiş durumdadır. Bugün, göç olgusu, Türkiye’de, Suriyeliler özelinde ve onlar üzerinden tartışılıyor. Oysaki Türkiye’ye kitlesel dış göçler 1980’lerden beri geliyor. Bunlar içerisinde, bir iş bulup çalışmak için gelenlerin ise, tam olarak, 1990’ların başlarından itibaren geldiğini saptamak mümkün. Bunun nedeni, ücretlerin 1989-1993 arası dönemde yükselmesidir. Ücret düzeyinin yükselmesi karşısında sermaye çevreleri ucuz işgücü arayışına girmiştir. Bu arayış, 1989’da, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan ülkelerde maddi yaşam koşulları sürdürülemez derecede gerileyen kitlelerde karşılığını bulmuştur. Türkiye bağımsızlığını ilan eden ülkelerin birçoğu ile kapsamlı ekonomik ve siyasal ilişkiler kurmak amacıyla çok sayıda anlaşma imzalamıştır. Bunlar arasında karşılıklı esnek vize uygulamasına ilişkin anlaşmalar da vardır. Bu kapsamda sözü edilen ülkelerden milyonlarca insan Türkiye’ye akın etmeye başlamıştır. Gelenler, resmi olarak turist konumunda gelse de, büyük çoğunluğu çalışmak için gelmiştir. O dönemden beri süreç içerisinde hangi ülkeden kimin geldiği sürekli değişse de, değişmeyen bir gerçeklik vardır, o da Türkiye emek piyasasında göçmen işçilerin kalıcı olduğudur. Bugün Suriyeliler büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Suriyelilerin gelişinin de, dönemsel olarak, içeride, inşaat sektöründe yaşanan gelişmelerle kesiştiği saptanmaktadır. 2012 yılında, inşaat sektörü, deyim yerinde ise, dibe vurmuştur. Suriyeliler bu durgunluğun ardından gelip ucuz emek havuzuna dâhil olmaya başlamıştır. Suriyelilerin göçü bu bağlamda neredeyse hiç tartışılmıyor.
1980 sonrası dönemde uygulanan yeni liberal politikalar doğrultusunda emek piyasalarının ve çalışma ilişkilerinin esneklik adı altında kuralsızlaştırılması ile göçmen işçilerin istihdamı için uygun bir ortam yaratılmıştır. Türkiye’de yasadışı konumdaki göçmen işçi istihdamı olgusu Batılı ülkelerdeki ile kıyaslandığında bir benzerlik ve bir de farklılık olduğu söylenebilir. Benzerlik, yasadışı konumdaki göçmen işçilerin, her yerde, niteliksiz ya da düşük nitelikli işlerde çalıştırılıyor olmasıdır. Farklılık ise, göçmen işçilerin, Batılı ülkelerde, çoğunlukla yerli işçilerin çalışmak istememesi nedeniyle iş gücü kıtlığı çekilen alanlarda çalıştırılıyor olmaları, Türkiye’de ise, çalışmaya hazır ve istekli yerli işçilerin yerine işe alınıyor olmasıdır. Yasadışı göçmen işçi çalıştırmaktan elde edilen çıkar ise aynıdır: Karlılık oranını arttırmak. Kaçak göçmen işçiler emek-yoğun işlerde çok düşük ücretlere çalıştırılmaktadır. İşverenler açısından, göçmen işçilere ödenen bu ücretten başka herhangi bir işçilik maliyeti söz konusu değildir. Dahası, göçmen işçiler gün boyu çok uzun süre çalıştırılarak onların ürettiği artı-değer oranı katlanmaktadır.
Peki, göçmen işçilik olgusuna nasıl yaklaşmak ve göçmen işçilere karşı nasıl bir tavır almak gerekiyor? Uluslararası göç olgusu ve göçmen işçilik, bugün, her zamankinden daha fazla, işçi sınıfı hareketinin gündemine alması gereken temel konulardan biridir. Bu bağlamda iki boyutlu bir mücadele yürütmek gerekiyor. Birinci boyut, meselenin kuramsal açıklaması ve kavramsal soyutlamasına ilişkindir. Toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi, egemen zihniyet yine bu alanda da iş başındadır ve gerçekliği başka türlü göstermek için bütün entelektüel yolları ve araçları kullanmaktadır. Egemen zihniyet, söz konusu göçleri, çıkarını üst düzeye çıkarmanın peşinde koşan akılcı/çıkarcı bireylerin eylemi olarak görmektedir. Buna göre, göçmenler, başta ücret düzeyleri olmak üzere diğer çalışma koşulları ve yaşama koşulları açısından ülkelerarası bir kıyaslama yapıp daha iyi çalışma ve yaşama koşullarının olduğu yerlere doğru göç yoluna koyulmaktadır. Böylesi bir yaklaşımda küresel ölçekteki coğrafi ve sınıfsal eşitsizlikler yoktur, bunun yerine olsa olsa farklılıklar vardır. Göç edenlerin kendi ülkelerindeki sorunlar da, emperyalist dünya düzeni ile ilişkili değil, oraların kendi içsel sorunları olarak gösterilmektedir. Dolayısıyla, egemen zihniyet, göç olgusunu eşitsizliklerden kaynaklı olarak görmeyerek toplumsal gerçekliği saptırmaktadır.
Diğer taraftan, Uluslararası Göç Örgütü, 2017 yılında yayınladığı bir raporda (World Migration Report 2018), uluslararası düzeyde gerçekleşen göçlere ilişkin tartışmaların abartılı olduğunu söyleyerek, yüreklere su serpiyor! Peki, bu göçler hakkındaki tartışmalar neler? Göçmenleri taşıyan teknelerin denizlerde batması, denizlerde ya da dağlarda hemen her gün göçmenlerin cesetlerinin bulunması, göçmenlerin mülteci kamplarında ilkel koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışması, gittikleri ülkelerde ırkçı muamele görmeleri, köleliğe benzer koşullarda çalıştırılmaları, sınır dışı edilmeleri vb. temel tartışmalardır. Buna karşın, Uluslararası Göç Örgütü, meselenin nicel boyutuna odaklanıyor ve dünya nüfusunun yalnızca yüzde 3,3’ünün göçmen olduğu, dolayısıyla bu konuda kopartılan kıyametin gerçekçi olmadığı görüşünü ileri sürüyor.
Egemen zihniyetin entelektüel zemindeki tahakkümüne karşı bir mücadele yürütmek zorunludur. Bu karşı mücadele ile göçlerin, akılcı/çıkarcı bireylerin tercihleri sonucu değil, hiç kuşku yok ki, eşitsizliklerden kaynaklandığı görüşü yaygınlaştırılmalıdır. Ek olarak, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 3,3’ünün göçmen konumunda olduğu biçimindeki sorunu önemsemeyen tutumlara karşı, milyonlarca insanın, maddi yaşamını sürdüremediği için, göç yollarına düşmek zorunda kaldığı yönünde tavır almak gerekiyor. Yeni liberal dönemde, sermayenin uluslararası dolaşımının önü açılıp göçlerin önüne set çekilmesi, insanları yasadışı yollardan göç etmeye zorlamaktadır. Yasadışı yollardan gerçekleşen göçler de artık milyonlarla ifade edilmektedir. Bu konumdaki göçmenlerin niteliksiz ya da düşük nitelikli emek yoğun işlerde istihdamı evrensel bir olgu haline gelmiş durumdadır. Bu durum, egemen zihniyetin, göçleri, akılcı/çıkarcı bireylerin eylemi olarak gören yaklaşımını yerle bir etmektedir. Göçmenlerin sınırlar arası hareketliliği engellense de göçmen emeğine yoğun bir talep bulunmaktadır. Bu, milyonlarca insanın, nasıl olup da, sınırlardan yasadışı olarak geçebildiğini açıklıyor.
Kaşıt mücadelenin yoğunlaşması gereken ikinci boyut ise, göçmen işçilerin işçi sınıfı hareketine dâhil edilmesine ilişkindir. Yasadışı konumdaki göçmen işçi istihdamı, işçi sınıfı hareketi açısından, hareketi geriletici ikili bir işlev görmektedir. Birincisi çalışma koşullarının kötüleşmesi, ikincisi ise sınıfın kendi içinde kimlik (ırk, etnik köken, milliyet vb.) temelinde ideolojik olarak bölünmesidir. Yasadışı konumdaki göçmenler hiçbir yasal korumaya ve pazarlık gücüne sahip olmadığı için kendilerine sunulan her türlü koşula razı olup çalışmaktadır, çünkü yaşamlarını sürdürebilmek için bunu yapmaktan başka çareleri yoktur. Bu durum, haliyle yerli işçilerin çalışma koşullarını da kötüleştirmektedir. Bununla birlikte, bu söylenenlerden, genellikle yapıldığı gibi, göçmen işçileri suçlayıcı bir sonuç çıkarılmamalıdır. Göçmen işçilerin emek piyasalarında yarattığı bu etki bir sermaye stratejidir. Karşıt mücadelenin bu noktaya odaklanması gerekiyor. Göçmen işçileri hedefe koyan tepkiler, sınıf bilincinin parçalanmasına ve sınıf dayanışmasının yerini sınıf içi düşmanlığın almasına yol açmaktadır. Göçmen işçi istihdamının işçi sınıfı hareketine bu olumsuz yansımaları ya göçmen işçilerle dayanışma içine girilerek çözülebilir ya da çözülemez.