İletişim Engelleriyle Mücadele Yöntemleri – Ayla Yılmaz
İletişimi engelleyen durumlar neler?
İletişimi engelleyen öğelerin ortak noktası, içinde gizli şiddet biçimleri barındırmasıdır. Bu gibi gizli şiddet biçimlerinin kullanılmasına neden olan karşılaşmalar, iletişimi daha başından ketlemektedir.
• Ahlakçı yargılar
Ahlakçı yargılar, kimin daha iyi kimin daha kötü, hangi davranışın daha normal hangi davranışın anormal olduğunu sorguladığımız öğretilmiş davranış kalıplarıyla düşünmemizin bir sonucudur. Kültürel ve toplumsal olarak bize dayatılan ve kabul görmüş düşüncelerimizle yüzleşmeden ahlakçı yargılardan kurtulmamız ve karşımızdakini anlamamız mümkün olmayacaktır. Örneğin çalıştığımız işyerinde gruba dahil olmayan ve daha çok yalnız kalmayı tercih eden birine ahlakçı bir yaklaşımla “kendini beğenmiş, soğuk, sevimsiz”, gibi tanımlamalarda bulunma, bize öğretilen normları yeniler ve ne karşımızdakinin duygu ve ihtiyaçlarını anlamaya ne de iletişimi geliştirmeye yardım etmez. Belki de bu kişinin kendini ifade etmekten korkuyla kaçınan kırılgan bir yanı olamaz mı?
• Karşılaştırma yapmak
Rekabetçi toplum kültürü her zaman; daha başarılı, daha güzel, daha çekici ve daha popüler kişilerin varlığını önemseme düşüncesini pompalar. Çok küçük yaşlarda ailemiz ya da çevremiz tarafından akranlarımızla karşılaştırılırız: Her zaman mutlaka başka bir arkadaşımız annesinin sözünü daha çok dinlemiştir, öğretmeni tarafından daha çok takdir görmüştür… Hiçbir zaman hayatımızda mükemmelliğe ulaşamayacağımız için karşılaştırmanın her zaman kişiyi mutsuz eden bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle işyerlerinde çalışanların tutum, davranışlarını, performanslarını birbirleriyle karşılaştırmaları daha mutsuz hissetmelerine, yetersizlik duygularını tetiklemeye neden olabilmektedir. Bu tetiklemeler içimizdeki kırılgan yanı harekete geçirdiği için daha fazla öfke ile birlikte iletişimin ketlenmesine yol açmaktadır.
• Sorumluluk almama
Hayatta birçok şeyi yapmak zorunda olduğumuz için, sevsek de sevmesek de başka bir seçeneğimiz olmadığına ikna olarak hareket edebiliyoruz. Özellikle iş seçiminde birçok kişi başka bir şansı olmadığını ve orada çalışmak zorunda olduğunu dile getirebiliyor. Bu yaklaşım artık bir otomatik düşünce haline geldiği için iş ortamında işverenin/üst yöneticinin verdiği her görev ya da iş arkadaşının her talebi kişi için kendi isteği ve iradesi dışında yaptığı bir eyleme dönüşüyor ve bu eylemin içindeki kişinin kendi sorumluluğu da zihninde kayboluyor. Eylemimizin üzerindeki sorumluluğu almadığımızda, benlik saygımızı kaybettiğimiz tehlikeli sınırlara doğru gidebiliriz. Her ne kadar özellikle ekonomik ilişkilerde tam anlamıyla özgür bir seçimden bahsedemiyor olsak da her seçim, içinde kişinin bireysel sorumluluğunu da içerir. Bu sorumluluğu kabullenmek içimizdeki öfkeyi azaltır ve karşımızdakiyle iletişim kurmamızı kolaylaştırabilir.
Şiddetsiz/Sağlıklı iletişim için gerekenler neler?
Çatışmadan uzak, daha iyi bir iletişim için nelere ihtiyacımız olduğuna bakalım.
• Gözlem yapabilmek
Kendimizi ifade edebilmek ve karşımızdakini anlamanın öncelikli başlangıç noktası; durumu, olayı ya da davranışı değerlendirme yapmadan olduğu haliyle gözlemleyebilmek, diyebiliriz. Yoğun ve koşturmacalı geçen hayatlarımız içinde birçok problem ve olayla karşılaşabiliyoruz ve günün sonunda mutsuz olduğumuzu hissettiğimizde veya biri bize nasıl olduğumuza dair basit bir soru sorduğunda cevap bulmakta zorlanıyoruz. Bu yüzden iletişimi geliştirebilmek için ilk olarak içinde değerlendirme yapmadan durum gözlemimizi anlatabiliyor olmamız gerekiyor. Bir örnek ile açmak gerekirse; işyerinde yoğun bir gün geçirirken ekip arkadaşınıza ihtiyaç duyduğunuz anlarda arkadaşınızı bulamadığınız bir anıyı düşünelim. Karşılaşmanızda ona “Ne zaman ihtiyaç duysam odanda olmuyorsun.” demek, gözlemden ziyade bir değerlendirmeyi içerir ve karşıdakinin savunmaya geçmesine neden olur. Bunun yerine durumu net tarif edecek bir gözleminizi sunmaya çalışırsanız (Örneğin: “Bugün müşterilerin yoğun olduğu iki sefer yardım istemek için odana geldim ama seni bulamadım.”) iletişimin bir sonraki adımına geçiş yapma şansınız artacaktır.
• Duyguları tanımlamak ve ifade etmek
İletişimi çatışmadan devam ettirmenin ikinci aşaması, yaptığımız değerlendirmesiz gözlemin ardından durum ile ilgili duygularımızı tanımlamak ve ifade etmektir. Duyguları ifade etmek, kurduğumuz bir cümlenin sonuna “…hissediyorum.” kelimesini eklediğimizde çok kolay gelebiliyor birçoğumuza. Aslında hepimizin çok büyük duygu dağarcığı olmasına rağmen zamanla çok kısıtlı birkaç duygu etrafında kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Bir önceki paragraftaki örneğe devam edersek; yardıma ihtiyacı olan kişi arkadaşını bulamadığında ne hissedebilir? Hayal kırıklığı ya da tükenmiş hissetmiş olabileceği ilk akla gelenler… Fakat “Arkadaşınla ilgili duygularını söyler misin?” dediğimizde büyükihtimalle ilk aklına gelenlerden biri “Bütün işleri bana yıktığını hissediyorum.” olacaktır. Hâlbuki bu cümle bir duyguyu değil, arkadaşıyla ilgili bir yargıyı ifade etmektedir. İlişki kurduğumuz kişilere özellikle kırılgan ve zayıf yönlerimizi göstermekten korktukça duyguları ifade etmemiz de güçleşiyor. Fakat duygularımızı anlamaya çalışıp ifade etmeye başladığımızda, ilişkilerimize daha sağlam bir bağ kurarak devam edebiliyoruz. Belki de şu an için yapacağımız şeylerden biri duygular üzerine kısa bir internet araştırması yaparak onları tekrar hatırlamak ve günlük dilimize yerleştirmeye çalışmak olabilir.
• Duyguların kökenindeki ihtiyaçlar
Tıpkı duygular gibi ihtiyaçların da, üzerine düşünmediğimiz, sorgulamadığımız bir alan olduğunu söyleyebiliriz. İhtiyaçlarımızı tam olarak tanımlayamadığımız gibi, karşılanmadığı durumda da karşı tarafı suçlamaya eğilimli yetiştiriliyoruz. Bu, ihtiyacımız olanı elde etmemizi daha da zorlaştırıyor. Duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı ifade etmeye ne kadar yatkın olursak, karşı taraftan da o kadar şefkatli bir yaklaşım alma ihtimalimiz yükselir. Sevgilisiyle buluşmak isteyen ama sevgilisinin işlerinin yoğun olması nedeniyle görüşemeyen bir kişiyi ele alalım. Sevgilisiyle buluştuğunda ona “Sen işine benden daha çok önem veriyorsun; yine seninle hiçbir plan yapamadık.” dediğinde hangi ihtiyacını dile getirmemiş olabilir? İlk aklıma gelenler yakınlık, sevgi, eğlence ya da cinsellik ihtiyaçları oldu. Özellikle kadınlara ihtiyaçlarını ifade etmektense hep fedakârlık yapan bir rol dayatılması, kadınların ihtiyaçlarını dile getirme konusunda utanç hissetmelerine yol açabilmektedir. Bu konuda kadınların daha fazla pratik yapmaya ihtiyacı vardır.
• İstek/Ricada bulunmak
Gözlemimizi yaptıktan, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı dile getirdikten sonra iletişimin sonuncu bileşeni olarak karşımızdan bir istek ya da ricada bulunuruz. Fakat günlük iletişimde bu, daha çok neyi istemediğimizi dile getirdiğimiz şeklinde gerçekleşir. “İşi savsaklamanı ve bütün işi bana yıkmanı istemiyorum.” cümlesi bir rica/istek gibi görünse de, aslında daha çok bir sitemdir.
İsteklerimiz konusunda sıklıkla yaptığımız hatalardan birisi de aslında muğlak ve soyut isteklerde bulunmamız ve karşımızdakinin bu isteği anlamasını beklememizdir. Biz karşılık almak istediğimiz konuda ne kadar net olduğumuzdan emin olursak, ricamıza da o kadar net cevap alabiliriz. Rica ederken düştüğümüz yanlışlardan bir diğeri; karşı taraftan ricada bulunduğumuzu düşünürken aslında onu suçlu hissettirerek talebimize boyun eğmesine neden olmaktır. O yüzden karşı taraftan ihtiyacımıza yönelik bir ricada bulunurken cezalandırıcı bir tavırdan uzaklaşarak iletişim kurmalıyız.
Sonuç: Empati, kendimize yönelik şefkatle büyür
Kendi ihtiyaçlarımız ve duygularımıza yabancılaştığımız ve sadece yapılması gerekenlere odaklanarak doğamızdan uzaklaşmaya başladığımızda, bütün ilişki ağlarımızda anlaşılmazlıklar ve çatışmalar çoğalmaya başlıyor. O yüzden ilk olarak bedenimizle, zihnimizle ve duygularımızla bağlarımızı güçlendirmeye, kendimize nasıl olduğumuzu, ne hissettiğimizi ve neye ihtiyacımız olduğunu daha fazla sormaya ihtiyacımız var. Kendi ihtiyaçlarımızı anlamadığımızda, ne kadar fedakâr olursak olalım, karşımızdakinin ihtiyaçlarını görebilmemizin imkânı olamaz. Empati, kendimize verdiğimiz şefkatle büyüyecek ve o zaman karşımızdakini gerçekten dinlemeye hazır olacağız.
Kaynak: Rosenberg, M. (2019), Şiddetsiz İletişim: Bir Yaşam Dili. İstanbul: Remzi Kitabevi.