Tez-Koop-İş gençemek Sayı: 9

Kariyer Yolculuğunda Canınızın Çektiği Gücünüzün Yettiğine Değiyor mu? – Dr. Özge Kantaş Yorulmazlar

 

Mecburiyet Caddesi:

Volta atmanın, sosyalleşmenin mekânı

Arkadaşların buluşma noktası

Küçük şehirlerin tek büyük caddesi

Anadolu kentinin yazgısı

Türkiye’nin gerçeği

Hayatın ta kendisi!

 

Sevgili gençler, içinde bulunduğumuz sistem, doğduğumuz coğrafya, geldiğimiz yer, gittiğimiz yön; hepsinin kaynağında, akış hızında ya da ağzındayız. Özne ya da nesne, etken ya da edilgen, dolaylı ya da dolaysız… Aynı sahnede farklı rollerde, aynı cümlenin farklı ögeleriyiz belki de. Hayatın dinamiğinde bu kadar acı ve farklı koşullar varken ‘7 Adımda Hayallerinizi Gerçeğe Dönüştürün.’ başlığında büyük ve iddialı laflarım yok size. Fakat gidiş yoluna puan verebiliriz.

   Gelecek kaygısı, kariyer keşfi ve bu belirsizliğe dayanabilme gücü konusunda Türkiye’de yaşadığım dönemlerde üniversite öğrencileri ile hem araştırmalar yapacak hem de uygulamalı çalışacak kadar vaktim oldu. Sizi anlamak konusunda benim için özel bir fırsattı. Literatürün öngördüğünün aksine çıkan bazı Türkiye’ye özel bulgular, Amerika’daki hocalarımı da şaşırtmıştı. Türkiye’de üniversite öğrencilerinin kariyerlerine dair denetim odağı dışarda olduğunda stresle daha iyi başa çıkabildikleri görülüyordu. Yani “kariyerim benim elimde değil, harici şeyler sayesinde iyi ya da kötü şeyler olur” demek, farkındalıkla yakından ilişkiliydi. Oysa bunun tersini bekler tüm dünya; denir ki FARKINDALIK artarsa içsel kontrol de artar. Buna göre, bir genç yetişkin, kendinin farkında oldukça dışsal kontrol odağı azalmalı, kariyerine dair kendi yetkinlikleri ve becerilerini geliştirebileceğine inanmalı ve stres yönetiminde böylelikle başarılı olmalıydı.

Olmadı.

Araştırmada ortaya çıkan gizli kahraman başka bir bulgu ise nedenini açıklıyor gibiydi: SEÇİM HAKKI. Düzenin, iş gücü piyasasının ve ülke gerçeklerinin farkında olmak önemliydi. Ve işte tam da bunları gözeterek neyi seçmek istediğine dair hakkına sahip çıkanlar, kariyeri konusunda adaptasyon becerilerini kullanabiliyordu. Böylesi bir sosyal-duygusal zekâ ile duygularını yöneterek daha mutlu ve daha stressiz olabiliyorlardı. Yani ne dümdüz farkındalık ne de dümdüz istediğini seçme şansı; neyi seçebileceğine dair farkındalıktı işin sırrı.

Çünkü, gelin gerçekle bağımızı koparmayalım. Neye ihtiyacımız olduğunu dış seslerin belirlediği, bazı işlere istemesek de muhtaç bırakan bir düzen var. İhtiyaçların gözetilmeksizin hayatta kalma dürtüsüyle koşullara uyumlanma çabası sıkışıklığı beraberinde getiriyor. Bu sıkışıklıkla kariyer inşa ederken hevesli bir arzudan ziyade, denetimli serbestlikle yol alınıyor. Ötekinin arzuladığını arzulamak, en bilinen yollarda volta atmak “ben ne istiyorum” sorusundan ziyade “ne istemeliyim” sorusuna odaklıyor.

Oysa yapmak zorunda kalmakla yapmak istemek birbirinden çok farklı. Yaşamakla ölmemeye çalışmanın farklı olduğu gibi. Hakikaten sen ne istemelisin? Anneni mutlu etmek, babanı susturmak, daha prestijli olmak, o hoşlandığın kişiden kabul görmek mi var mecburiyet caddende? Büyüdükçe seçme özgürlüğü alınıp mecburiyet caddesine bırakılınca yaratım sancısı hayatta kalma kavgasına dönüşüyor. Haklısınız! Mecbur kaldıklarımız hakikat illüzyonu yaratırken, normal olanı anormal algılıyor, anormali içselleştiriyoruz. Peki normal ne kadar normal? Şimdi ve burada, olanın içerisinde siz ne kadarı kendinizden menkul kararlar alabileceksiniz, bakalım mı? Hiçbir şey mecburiyet caddesi değil. Cevaplar değişmiyorsa soruları değiştirebiliriz: “Ne yapmalıyım” yerine “Ben ne istiyorum” koyarak. Onu da bunun için hangi kaynaklarınızı kullanacağınızı bulup gerçeklik içinde kala yapabilirsiniz.

Zorunda mıyım?

Amerika, Rochestar’dan bildiriyorum size. Davulun sesi uzaktan hoş gelmesin. Tuzum hem kuru hem şekerli. Suya tuz atarsam tuzlanır, şeker atarsam ballanır nihayetinde. Yaşamımdaki deneyim ve gözlemlerim kariyer gelişimi ile ilgili iki ülkenin karşılaştırmasını yapmama vesile oldu. İki ülkede de psikolog olarak çalışma hayatımda ve akademik hayatımda zorluklar ve kolaylıklar yaşadım. Neye mecburum diye değil, ben hangi kolaylıkları seçiyor ve bunun için hangi zorlukları göze alıyorum diyerek çizmeye çalıştım yolumu.

Amerika’da işsizlik oranı Türkiye’ye göre çok az, bu bir avantaj örneğin. Bazı mesleklerin sınırları net ve ruhsatlı fakat disiplinler arası geçiş yaygın ve makul. Bu da burada ruhsatlı psikolog olmak adına benim gibi bir göçmen için büyük bir dezavantaj örneğin. Hem sınırların hem de esnekliğin olduğu çerçeve net çizilmiş en azından. Bana en ilginç geleni de, eğer spesifik bir mesleği yapmak üzere ona dair diploma, ruhsat vs almak gibi bir kariyer hedefi yoksa, gençler üniversite okumak zorunda değil ve yine de kendi bilgileri, becerileri, ilgileri doğrultusunda kendileri için insan onuruna yaraşır bir kariyer inşa edebiliyorlar. Üniversite okumak paralı ve şahsi yatırım niteliğinde. Kontrol odağı öğrencinin kendisinde olduğu için de hiç değilse bir diplomam olsun ya da askerliği yapayım mı yapmayayım mı çıkış noktası haline gelmiyor. Gerçekten ne istediği ve bedelini ödediği şeyin, geleceğine uygun olup olmadığına göre peşine düşüyor. Yani sırf üniversite mezunu olmuş olmak için 4 yılın sonunda 50-100 bin dolarlık borcun altına girmek çok da akıl karı değil zaten. Bu da ‘boşuna mı okuduk!’ sorununu biraz olsun eliyor. Boşunaysa, okumuyor. Zanaat ve emek oldukça kıymetli. Terzilik, marangozluk, bahçıvanlık, tesisatçılık, aşçılık, çiçekçilik, seracılık, çiftçilik gibi Türkiye’de ‘okumazsan bunları yapmak zorunda kalırsın’ denebilecek birçok şeyi gerçekten ilgisi varsa seçmek, ABD’de çok normal ve işini iyi yapan gerçekten iyi para da kazanıyor. Bunlar için okula gitmek de oldukça makul ve kıymetli hatta. Kabul edelim, para kazanmak için yaşamıyoruz ama para olmadan da yaşayamıyoruz. Tıpkı alyuvar üretmek için yaşamadığımız ama alyuvar üretmeden de yaşayamadığımız gibi. Vurgulamaya çalıştığım şey, parayı nasıl kazanacağını şartların farkında olarak seçme hakkı.

Türkiye’de ise birçok açıdan tam tersi niteliğinde olmasından dolayı kurulan hayallerin peşine düşmek, risk almak ve sınırları aşmak lüks haline geliyor. “Sabret, “okuduktan sonra” sırt sıvazlamasıyla yetişen genç yetişkinin hevesi erteleniyor, potansiyel enerjisi doğru kaynaklara yönlendirilemediğinden dolayı da mezuniyet sonrası vaat edilene ulaşamamış öfkeli bir nesil ortaya çıkıyor. Burada Amerika güzellemesi yapmak değil niyetim. Amerikan rüyası diye pazarlanan içi boş balonun da karanlık yüzünü gördüm. Koşullar ve standartlar farklı olabilir, ki farklı. Fakat her koşul ve koşulsuzlukta: “Mecbur; kaldıklarınız mı, mecbur olduğunuzu zannetikleriniz mi?” diye bir gerçeklik taraması yapmakta da fayda var. Her kabul ettiğiniz şey, mücadele etmeyeceğiniz anlamına gelmiyor.  Mücadele edeceğiniz şeyleri mantıklı, farkındalıklı ve kendi değerleriniz, kaynaklarınız, meziyetleriniz bağlamında seçmeniz anlamına geliyor. Yine doktora tezimde bulduğum bir bulgu ise, işsizliğin travmatik bir deneyim olduğu ama mutsuz bir çalışma hayatının da psikolojik sonuçlarının işsizlikten farklı olmadığı yönündeydi. Yani mutlu işsizlik yoktur; mutlu ve mutsuz istihdamlar vardır. Birazdan daha detaylı anlatacağım. Ama sanırım şu an içinizden şu geçiyor:

İyi de, O İşler Öyle Olmuyor İşte!

Herkesin koşulları, beklentileri, kendinden geçtikleri ya da geçemedikleri elbette farklı. Hayal edilen de olması gereken de kolay değil. Her seçim aynı zamanda bir vazgeçişi beraberinde getiriyor. İşte bütün mesele bu! Siz hangi uğraşmak istediğiniz, “göze alıyorum” dediğinizin derdini seçiyorsunuz? Nelerden vazgeçip neleri tercih ediyorsunuz? Evet, o alyuvarların kendisi amaç değildi ya hani, bedenin canlıyken neler yaptığına hizmet ediyordu ya hani. Bu da böyle. Ne için neyle uğraşıp ne üretirken para kazanıyor olmak istersiniz. Neyi canınız çeker, neye gücünüz yeter ve bu ikisi nerede birleşir; buna bakmak çok kıymetli.

Şimdi biraz çocukluğunuza gidelim. Para kazanma ve hayatta kalma kaygınız yokken hangi becerinizi kullanırken hayal ediyordunuz kendinizi? Elinizde ve avucunuzda neler var şu an? Okuduğumuz bölümler bize bilgi sunar. Fakat o mesleği yapmanın bin bir türlü yolu vardır. Mesele iş bulmak değil, iş üretmek. İş içinde de iş üretilebilir çünkü. Elinizde hangi beceriler var ve bu becerilerle ne yapmak istiyorsunuz?  “Niye sorusunun cevabına sahip olan herkes nasılını bulur.” der Victor Frankl.

Bana ne oluyor? Niye oluyor? Ben bunun için ne yapabilirim? Kendime de sormayı en sevdiğim sorulardır bunlar.

Özerklik, yetkinlik ve ilişkisellik olmak üzere 3 temel psikolojik ihtiyacımız vardır. İş hayatı bağlamında bu üç temel psikolojik ihtiyacımız karşılanmıyorsa eğer, duygusal, fiziksel ve psikolojik olarak ortalık karışıyor, canımız fena halde sıkılıyor. Çalışmak istediğimiz iş bu değilse (özerklik), çevremiz ve kendimiz tarafından yetersiz hissedip, emeğimizin sömürüldüğünü, karşılık bulamadığımızı düşünüyorsak (yetkinlik), insan olarak varoluşumuz desteklenmiyor ve onaylanmıyorsa (ilişkisellik); ayıklanmıyor pirincin taşı, ortalığın tozu dumanı. Tezimde işsizliğin kendi başına travma olduğunu ileri sürmüştüm ve ilginç bulgular ortaya çıktı: Çalıştığınız iş her neyse bu üç temel psikolojik ihtiyaç karşılanmadığında iş sahibi olanlar ve olmayanlar arasında psikolojik açıdan hiçbir fark olmuyor. Ben işsizliğin kendi başına bir travma olduğunu ileri sürmüştüm fakat çalışıyor olmanın kendisi de, psikolojik ihtiyaçlar karşılanmıyorsa örseleyici bu açıdan baktığımızda. Her yerde her koşulda psikolojik ihtiyaçlar var. Dünyaya bir katma değer sağladığını düşünmediğiniz ve mecbur hissettiğinizi zannettiğiniz her seçim daha ağır bir bedele dönüşüyor. Bu yüzden, yeter ki iş bulayım diye kendi potansiyelinizle kötü pazarlıklar yaptığınızda, yani ihtiyaçlarınızdan ve özgünlüğünüzden feragat ettiğinizde, esas o işler o zaman öyle olmuyor “iş”te!

Senin Yolunun Yolu Ne?

  Hiç gitmediğin, gitmek isteyip cüret edemediğin bir yol çizelim. Bu yolla diğer yollar arasındaki fark ne? Diğer yolda işine yarayanları alıp, yaramayanları bırakabilirsin. İşine yaramayanlar yaramadığını fark edene kadar işine yarar çünkü. Hangi duygu eşlik ediyor sana bu yolda? Kaygı, korku, umut, öfke, heyecan… Birçok duygu eşlik edebilir. Kesinlik ihtiyacı karşılanmaksızın belirsizliğe adım atarken korkuna rağmen yürüyorsan, yorulduğunda duruyorsan cesursun. Neye ihtiyacın varsa onu karşılamaya niyet ve gayret ederken inşa ediyorsun şimdiki zamanda geleceği. Oluruna bırakacak, olmayanla yüzleşecek ihtiyaç analizi yolunun eşlikçisi. Neye ihtiyacın olduğunu bilmezsen, ne aradığını da bilemeyebilirsin. Kendi kaderini tayin edebilmek için alınan her risk, yeni sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Korkularımız aynı zamanda hayallerimiz oluyor. Kendinden geleni işitip, çevreden geleni susturmak epey zor. Fakat bir işi anlamlı bulabilmek için kendi seçimlerimizle başa gelmeyen dert çekilmiyor. Sizin favori derdiniz ne? Onun için neleri kullanabilir, neleri göze alabilirsiniz?

Yutturulan, boğazımıza takılan her seçim başkalarının tabağımıza koyduğu, çiğnemeden yuttuğumuz, henüz sindirmeyi bilmediğimiz gıdalar gibi. Sevgili genç yetişkinler, yetişenler, acelesi olanlar, donup kalanlar; canınızın çektiğini, gücünüzün yettiğiyle harmanladığınızda ‘değdi’ diyebileceğiniz nefis bir kariyeri inşa edebilecek donanımı kullanmak üzere de kendinize izin vermiş olacaksınız.

Keyifle, afiyetle olsun…



[1] Not: Bu yazıyı hazırlamamdaki yardımları için psikolog Meryem Metin’e teşekkür ederim.                                                                                               




İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
×
Asgari Ücret