Kemerleri Bağlayın 240 Milyon Yıl Önceye Gidiyoruz
Dergimizin bir önceki sayılarında olduğu gibi bu sayıda da 240 Milyon yıl öncesine yolculuğumuzu sürdürüyoruz.
Bu sefer aletimiz bizi geri götürmedi, Daha kısa bir ışınsal yolculuktan sonra kendimizi bir orman denizinin dibinde bulduk. Bu kadar büyük ve uzun ağaçların olduğuna annemiz ve babamız da dâhil hiç kimse inanmaz. Ortalama boy 5-6 kat bina yüksekliğinde. Nerede olduğumuzu anlayabilmek için ormandan çıkıp bir tepeden bakmak için yürüdük, yürüdük. Çevreyi görebilecek bir tepeye çıkamadığımız gibi, gökyüzünü de tam olarak hiçbir zaman göremedik. Ağaçlar sanki gökyüzü ile bizim aramıza duvar örmüştü. Saatlerce o yana bu yana şaşkın şaşkın koştuktan ve umudumuz tükendikten sonra çevreye biraz daha dikkatle baktık. Bir çeşit yeşil bir orman denizinde bulunuyorduk. Ancak ne bir çiçek ne bir meyve vardı. Sadece yeşil vardı. Kırmızı, mor, sarı sanki bu dünyaya hiç gelmemişti. Ağaçların yapraklarına baktık, bir yerlerden tanıdık gibi şekilleri vardı. Sonunda evimize kömür boşaltırken onların üzerinde bu yaprak fosillerini görmüştük. Bir de babam anneme zaman zaman çiçek getirirdi, o çiçeklerin arasına bu yapraklardan serpiştirirlerdi. Bu yaprakları babama sorduğumda, bunlar eğrelti dedi. Ağaç mı diye sorduğumda, ot gibi bir şey boyları 1 metreyi geçmez diye yanıtlamıştı.
Demek ki biz eğreltilerin egemen olduğu bir zamana inmişiz. Hava çok sıcaktı, çok nemliydi, her taraf yarı ıslaktı; birkaç saat bir kovadan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Geldiğimiz zamanda ot gibi kalan bu bitkiler sıcaklık ve yağıştan dolayı dev ağaçlar halindeydi. Göktaşları eskisi gibi sık olmasa dünya yüzeyine yağıyor ve yanardağlar da tütüyordu. Ormanlar kömür haline geliyor ya da büyük sellerle toprak altında kalıyorlardı. Hep bir ağızdan bağırdık: Öğretmenimizin anlattığı Karbonifer = Kömür Çağına gelmiştik. Bugün kullandığımız taşkömürünün oluştuğu evre bu evreydi. Dönünce hocamıza ve arkadaşlarımıza en ince ayrıntısına kadar anlatacağız.
Bu kadar büyük bir ormanda böylesine vahşi canlılar olmalıydı. Dalların rüzgârdan dolayı çıkardığı hışırtıdan başka bir ses duyulmuyordu. Tek bir kuş sesi bile yoktu. Ancak arada bir su kenarlarından vrak vrak diye bazı sesler geliyordu. Her taraf bataklık gibiydi. Su kenarlarına yanaştığımızda pulları olmayan küçük timsahlar gibi bazı canlılar gördük. Derilerinden sanki sümük akıyordu. Gözleri patlak patlaktı; boynunun altındaki bir deriyi balon gibi şişirerek zaman zaman vrak vrak diye bir ses çıkarıyorlardı. Ya dilleri; ağızlarından bir zıpkın gibi bir iki metre uzağa fırlatılıyor ve orada gezen bir böceği şimşek hızıyla ağzın atıyordu. Doğrusu korktuk ve yanlarına gitmedik; sadece otların arasından izledik. Ancak Bu iri hayvanların iki çeşidi vardı. Birisi kuyruklu; diğeri kuyruksuz. Öğretmenimizin bize verdiği bilgiler de kullanılarak bunların geldiğimiz dünyadaki kurbağa ve semenderlerin atası olduğunu anladık. Balıklar evrimleşerek kurbağa ve semenderlere dönüşerek karaların içine biraz daha girmişlerdi. Bu hayvanlardan korkup kaçtığımızda sulak olmayan yerlere sığınıyorduk. Çünkü bunlar kurak yerlerde yaşayamıyorlardı.
Bu kadar sıcak ve nemli yerlerde bizi sivrisineklerin yemesini bekliyorduk. Ancak ortalıkta ne bir sinek ne bir kelebek ne de bir karafatma yoktu. Belli ki henüz oluşmamışlardı. Sadece çekirge, helikopter böceği de dediğimiz yusufçuk, en çok da hamam böceği bulunuyordu. Birbirleriyle ve bitkilerle besleniyorlardı. Ancak başka hayvanlarda vardı. Örneğin iki üç karış boyunda akrepler, yarım metre boyunda çıyanlar, yağmur yağdığı zaman toprak üstüne çıkan 4-5 metre boyunda toprak solucanları ve en ürkütücüleri de havada devriye gezer gibi sürekli uçan ve yakaladığı canlıyı, kerpeten gibi dişleri ile parçalayan 70-80 santim boyunda dev yusufçuklar, yani helikopter böcekleri bu devrin önemli canlılarıydı.
Her zaman olduğu gibi Sırma’nın saatine tekrar baktık, gece ve gündüz uzunluğu artmış her biri 9 saat olmuştu. Demek dünyanın dönmesi biraz daha yavaşlamıştı. Yatmadan önce buradaki yaşımızı yeniden hesaplayalım dedik ve toprağa şu hesabı yaptık. 24_18=1,3 365×1,3 = 485 gün. Bu zamanın hesabıyla geldiğimiz dünyada 10 olan yaşımız; burada 13,3 yıl olacaktı. Bakalım daha neler göreceğiz. İkinci kemer bağlamayı bekleyelim.