Yaşasın Dünya İşçilerinin Birlik, Mücadele Ve Dayanışma Günü 1 Mayıs!
Uzun saatler boyunca ağır koşullar altında çalışan işçiler, 1886 yılında “8 saatlik işgünü” mücadelesi için ABD çapında grev ve gösteriler düzenleme kararı aldı. Tarih sahnesi 1 Mayıs 1886’da, yüzbinlerce işçinin kitlesel grevine tanık oldu. Üzerinden 137 yıl geçmesine karşın dünyanın bütün işçileri, her 1 Mayıs’ta birlik, mücadele ve dayanışma duygularını coşkuyla haykırmaya; haklarını ve emeklerinin karşılığını almak için birleşmeye devam ediyor.
137 yıl önce işçiler gün doğumundan gün batımına kadar; işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri olmadan, sefalet ücretleriyle çalışıyordu. Ve bugün hala pek çok sektörde çalışma saatlerinin 12 saati aştığını, iş cinayetlerinin sürdüğünü, işçilerin açlık sınırı altında ücretlerle yaşam mücadelesi verdiğini görüyoruz.
Ancak 137 yıl önce taleplerini haykırmak için birleşen işçileri yazan dünya tarihi; bugün de açlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı emeğin hakları için, demokrasi için, adil, eşit ve özgür yarınlar için mücadele eden biz işçileri yazmaya devam ediyor.
Değerli üyelerimiz;
Ülkemizin içinden geçtiği ekonomik ve toplumsal kriz, yine ülkemizin bütün değerlerini üreten biz işçileri derinden etkiliyor.
- Geçinmek, barınmak, sağlık hizmetlerine erişmek her geçen gün güçleşiyor.
- Ekmeğin pahalı, emeğin ucuz; kadınların emeğinin daha da ucuz olduğu bu düzen, sağlıklı ve dengeli beslenmemize; en temel tüketim maddelerine erişebilmemize izin vermiyor.
- Kâr odaklı üretimin öncelendiği; işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmadığı işyerlerinde payımıza düşen insanca yaşamak için çalışmak değil; canımız pahasına çalışmak oluyor.
- Güvencesiz çalışma koşulları; ilkesizliği ilke haline getiren çalışma biçimleri yarın sabah işsiz bir yurttaş olarak uyanmayacağımızı garanti edemiyor. İşsiz kalmanın aç kalmak anlamına gelmeyeceği, adil ve ulaşılabilir bir işsizlik ödeneği bulunmuyor.
- Kayıt dışı çalışma yaygınlığını koruyor. Resmi veriler, yalnızca 6 Şubat Depremlerinden etkilenen 11 ilde kayıt dışılık oranının yüzde 39 seviyesinde olduğunu gösteriyor.
- Göçmenler, Türkiye’de çalıştırılma biçimleri bakımından yedek işgücü ordusunun en önemli kesimini oluşturuyor. Yerli ve göçmen işçiler arasındaki rekabet büyümeye; buna koşut olarak yoksulluk, sefalet ve işsizlik artmaya devam ediyor.
- Çalışan yoksullar haline gelen işçiler ağır vergi yükü altında eziliyor.
- Milyonlarca işçi açlık sınırının altında belirlenen ve ortalama ücret haline gelen asgari ücretle; milyonlarca emekli ise asgari ücretin dahi altında kalan aylıklarla geçinmeye çalışıyor.
- Öğrenciler eğitime, akademisyenler kitaba, hekimler özlük haklarına, tiyatro sanatçıları sahneye erişemiyor.
- 696 sayılı KHK ile kadroya alınan işçilerin hakları farklı biçimlerde ihlal edilmeye devam ediyor. İşçilere görev tanımlarıyla uyuşmayan işler verilirken, meslek kodu mağduriyeti olarak bilinen sorun fiilen yapılan işin hukuken tanınmamasına neden oluyor. İşçilerin tayin hakkının tanınmıyor oluşu, aile birliğinin bozulmasına yol açıyor. Diğer yandan güvenlik görevlisi olarak çalışan işçilerin, bedelini kendileri ödemek üzere, kimlik kartı yenileme işlemlerini yapamadıkları takdirde istihdam ilişkisine son verilmesi; sağlık durumu, güvenlik görevlisi olarak çalışmasına izin vermediği hallerde dahi unvan ve görev değişikliğine gidilmemesi de işçilerin elverişli koşullarda çalışmaya devam etmesini engelliyor.
- İklim krizi çevresel, ekonomik, etik ve politik bir sorun olarak karşımızda duruyor. Dünyanın bazı yerlerini yaşanamaz hale getirerek toplum ve toplulukları göç etmek zorunda bırakacak olan iklim krizinin çözümüne yönelik adil dönüşüm politikaları hayata geçirilmiyor.
- Önlenebilir sonuçları olan doğal afetler, özelleştirme ve rant odaklı betonlaştırma politikaları sonucunda yaşamımızı tehdit etmeye devam ediyor.
2023 yılı 1 Mayısını; emeğin haklarına karşı saldırıların yoğunlaştığı, sendikal hak ve özgürlüklerin engellendiği, basın ve yayın özgürlüğünün kısıtlandığı, insan hakkı ihlallerinin yaygınlık ve genellik kazandığı bir ortamda karşılıyoruz. Bütün bunların temelinde ise, tüm örgüt ve kurumlarıyla yerleşiklik kazanmış bir demokrasinin tesis edilememesi bulunuyor. Böyle bir ortamda sorunlarımızı dile getirmek ve haklarımıza kararlılıkla sahip çıkmak çok daha büyük bir önem taşıyor. İşçilerin dayanışma ve mücadele birlikleri sendikaların; demokrasinin, hak ve özgürlüklerin temsilcisi olma niteliklerini korumaları ve güçlendirmeleri tarihsel bir görev olarak karşımızda duruyor.
Dünya işçilerinin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’ta, 137 yıl öncesinin umudu ve inancıyla omuz omuza haykırıyoruz:
Politik hiçbir alanın sermaye temsilcilerinin yanlı politikalarına teslim edilmediği; katılımcı demokrasinin işletildiği, emeğin ortak çıkarlarının kişisel ekonomik ve politik çıkarların üstünde tutulduğu, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti istiyoruz.
Savaş ve yıkım politikalarının terkedildiği, insanların düşünce, inanç ve kimlikleri nedeniyle dışlanmadığı; barışın, eşitliğin ve adaletin egemen olduğu bir ülke ve dünya istiyoruz.
Gelir eşitliği ve yeniden bölüşüm politikalarını önceleyen iklim adaleti perspektifinin benimsendiği, başta eğitim ve sağlık olmak üzere tüm kamu hizmetlerine kamusal niteliğinin tekrar kazandırıldığı yeni bir toplumsal sözleşme istiyoruz.
İnsan hakları ihlallerine karşı hukukun üstünlüğünün korunduğu, kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılığın son bulduğu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik uluslararası sözleşmelerin onaylanıp uygulandığı bir yaşam istiyoruz.
Herkes için güvenceli, sosyal korumanın sağlandığı, örgütlenme özgürlüğünün tanındığı, insana yakışır işler istiyoruz.
Emeğimizin karşılığını istiyoruz!
Yaşasın Dünya İşçilerinin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü!
Yaşasın 1 Mayıs!
Tez-Koop-İş Sendikası
Genel Yönetim Kurulu