Ekonomik güvencesizliğe karşı DİRENİŞLER
Gaziantep’ten, İzmir’e, İstanbul’dan Eskişehir’e bugün itibariyle, on iki ayrı ilden, geçim sağlayacak ücret ve insanca çalışma koşulları için direniş haberleri geliyor. Eylemler, mücadeleye destek çağrıları tek bir işkolunda da değil, tekstil, dokuma, deri, mağaza işçileri, inşaat, metal, petrokimya, medya, liman işçileri gibi farklı sektörlerden yükseliyor.
Mücadeleye destek veren sendikalar da bir araya gelerek işçi komiteleri, işçi meclisleri, koordinasyonlar oluşturduğunu ve birlikte mücadele edeceklerini ilan ediyorlar. Daha önce emekleri çok da görünür olmayan ancak Pandemi süreciyle sayıları hızla artan ve yaşam[1]larımızı sürdürmemizi sağlayan kuryeler de öncüler arasında.
Ekonomik güvencesizliğin en derin biçimlerini gözlemlediğimiz taşımacılık alanında çalışan “esnaf” kuryelerin kontak kapatma eylemleri giderek büyüyor. Bir başka görünür olan da her türlü zorluğa rağmen direnen kadın işçiler. Kadınlar, emeklerinin değersizleştirilmesine karşı, yaşam ücreti için, örgütlü olmak için mücadele ediyorlar. Ekonomik güvencesizlik denildiğinde kayıtdışı çalışmanın resmi tanımı ilk akla gelir. Bu tanıma göre güvencesizlik, gün veya ücret olarak ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına hiç bildirilmemesi ya da eksik bildi[1]rilmesidir. Ancak kendi hesabına çalışmanın atipik çalışma biçiminde yayılması ve yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla, giderek artan bir şekilde, büyük firmalar ihtiyaç duydukları emeğe ücretli iş sözleşmelerine girmeden erişebiliyor. Uber’in istihdam modeli (veya «gig ekonomi») buna bir örnek. Uluslararası Çalışma Örgütünün rakamlarına göre gelişmekte olan ülkeler[1]deki istihdamın yaklaşık yüzde 90’ı ve yükselen ekonomilerde yüzde 67 oranında kayıtdışı işlerden oluştuğu tahmin ediliyor. Bu uygulamalar, emek süreçlerinin nasıl değiştiğine ve istihdam yapısında gelecekteki olası dönüşümlere işaret ediyor. İstihdamda gözlenen değişimlerin yanı sıra ekonomide yaşanan değişimlere de bakmak önemli. Pandemi sürecinde yaşanan iş kayıpları ekonomik güvencesizliğin kayıtdışı çalışanlar olduğu ve onların içinde de kayıt dışı çalışan kadınların ağırlıklı olduğu gözlendi. İş kayıplarının yarattığı tahribat karşılanmamış ihtiyaçlarla dolu bir toplumda tolere edilemeyecek kadar büyüdü.
Yeni norm halini alan çalışma koşullarına ilişkin bildiklerimiz bugüne kadar kullandığımız kavramları ve nitelikleri aşan özellikler taşımakta. Tüm dünyada çok farklı iş kollarında hızla yaygınlaşan “kendi hesabına çalışan” statüsünde sayılan, hukuken bir sözleşme kapsamında olan çalışma biçimi olsa da ekonomik güvence sağlamaktan çok uzak emek süreçleriyle ortaklaşıyor. Moto-kuryelik, esnaf kuryelik, esnaf taksicilik gibi örneklerle daha açık tasvir edebilmek mümkün. İşverenin-işçinin kim olduğu belirli olan ve iki taraflı sözleşmelerin aksine birden çok işverenle talebe dayalı müşteri olduğu sürece oluşan veya üçgen istihdam sözleşmelerinde olduğu gibi kullanıcı, üstlenici firmaların farklı olduğu bir çalışma biçimi. Bu yaygın ve derin güvencesizliği, ekonomistlerin ve siyasetçilerin birkaç toplulaştırılmış veya önceki formları üzerine tanımlanmış istatistiklerle anlamaları mümkün değil. Sosyal güvenceye sahip olup olmama gibi kavramların çok ötesine bakmak gerekiyor. Ekonomik güvencesizlik sosyal güvenceye sahip olmamanın yanı sıra her an işini kaybetme riskini de içeriyor. Aynı zamanda üretim gücünün kaybı, ölümcül sağlık risklerini de ifade ediyor. Süreksiz işler, geçici işler, belirsiz, uzun iş aramalar ve şarta bağlı işler de bu kapsama dâhil.
Güvencesizleşme elbette yeni bir şey değil. Kapitalist sistemde insan yaşamını piyasaya tabi kılmanın bir aracı ve 19. yüzyıldan bu yana kapitalizmin kendini yeniden üretme yollarından birini oluşturuyor. Bir başka ifadeyle, güvencesizleşme sermayenin riskini azaltma yolu, kendini güvenceye alma mekanizması. Emeğin güvencesizleştirilmesi, sermaye için kayıtlı işgücüne karşı bir yedek güvence rolü taşıyor. Ücretli emekten beklenen üretimin sürekliliği için kesintisiz olması, “uysal” olması, rekabet etme yolunda inovasyon ve yeni teknolojilere adapte olması. Bu nedenle sermaye tarafında ücretli emek bir risk olarak görünür. Sosyal devlet kurumlarıyla ve kamu politikasıyla bu riskler ortadan kaldırılmaya çalışılır. Eğitim hizmeti, sağlık hizmeti ve sosyal güvenlik gibi sistemler de sermaye için kapitalist sistemi koruyan kurumlar olarak yer alır. Bugün artık söz konusu kurumsal yapının çok zayıfladığı ve finansallaşmış bir sistem söz konusu. Özelleştirmelerle, emeğin örgütlenmesinin önündeki engellerle, yerli sermayenin küresel kapitalizmle eklemlenme biçimiyle, ücretli emek tarafında gördüğü riskini asgariye indirmiş görünüyor. Küresel düzeyde emeği hızla ikame edebilen bir sermaye var. Bütün bunlar, politika yapanlar için yeni çelişkilerin, güç dengesizliğinin nasıl yeniden düzenleneceği konusunda bazı büyük sorular oluşturuyor. Bu bağlamda emek süreçlerinin nasıl bir değişim göstereceğini birlikte yeniden düşünmeliyiz.