Tez-Koop-İş Sayı: 78

Demokratik hak ve özgürlüklerin korunması için kararlılık ve direnç zorunludur… – Haydar Özdemiroğlu

 width=

Türkiye, demokratik hak ve özgürlüklerin açık biçimde baskı altında tutulduğu bir dönemi yaşamaktadır. Yalnızca siyasal alanda değil yaşamın her alanında, farklı düzeylerde, farklı şiddetlerde ve farklı boyutlardaki sınırlandırıcı tutum, düzenleme ve uygulamalar demokrasinin alanlarını daha da daraltmaktadır.

Demokratikleşme, insan hakları ve temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi; bölgesel ve küresel barış hedefiyle 2000’li yıllara giren Türkiye, yıllar sonra gelinen aşamada çok karmaşık sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Ekonomik ve sosyal sorunların yeni boyutlar kazandığı ülkemizde, siyasal gerilim ve kutuplaşmalar daha da artırılmakta, yılların kazanımı olan temel sosyal hakların etkisiz kılınmasına ve hatta yok edilmesine dönük uygulamalara tanık olunmaktadır.

Bugün yaşanan süreç, tüm emek ve demokrasi güçleri ve özel olarak sendikalar yönünden sorgulamaların, sorumlulukların daha da arttığı bir dönemdir. İçinde bulunulan dönem, öncelikli olarak demokrasi ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından dayanışmanın, birliğin her zamankinden daha fazla ve daha etkin olarak önemsenmesi gereken bir dönemdir. Ülkemizde sendikaların yaşadığı sorunların üzerine eklenen sorunların başında, iş güvencesi hakkını daha da zayıflatacak, bu temel ve genel hakkı kullanılmaz duruma getirecek zorunlu arabuluculuk düzenlemesinin yasalaştırılmış olması gelmektedir.

İş Mahkemeleri Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucu çok sıkı kurallara bağlanarak yürütülmek istenen zorunlu arabuluculuk uygulamasıyla, çalışanların yargı yoluna başvurma hakları pratikte olanaksız kılınmakta; temel bir insan hakkı olan yargı yoluna başvurma hakkı, zorunlu ön koşullara bağlanarak kısıtlanmaktadır. Çünkü İş Mahkemeleri Kanunu’nun 11. Maddesine göre, işten çıkartılan işçi bir ay içerisinde sözleşmenin geçersizliğinin belirlenmesi ve işe iadesine karar verilmesi için arabulucuya başvurmak zorundadır. Eğer arabulucu aşamasında anlaşma sağlanmaz ise işçi “son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde” iş mahkemesinde dava açılabilecektir. Bu arada işveren, arabulucu aşaması ile mahkemeye başvuru süresinin toplamı olan altı hafta içinde işçiye hiçbir hakkını ödemeyecektir. İşçi işten çıktığında kıdem ve ihbar tazminatını, yıllık izin ücretlerini, diğer işçilik alacaklarını alamamış olacak, bu hakların ödenmesi arabulucu aşamasında işveren önerisini kabul etmesi koşuluna bağlanacaktır.

Çalışanları doğrudan ilgilendiren düzenlemeler arasında son aylarda gerçekleştirilen yasal düzenlemelerden birkaçı ise şöyledir: Kıdem ve ihbar tazminatı ödemeleri için iş sözleşmesinin sonlandırılmasından sonra 10 yıl olan zaman aşımı süresinin 5 yıla indirilmesi; gece postaları için iş sürelerinin ve kuralların yeniden belirlenmesi; çalışan kadınların gece postalarında çalışmalarına yeni kuralların getirilmesi…

Tüm bunlar çalışanların bireysel ve sosyal haklarının tırpanlanması doğrultusunda yeni girişimlerin sürdürüleceğinin açık ve somut kanıtlarıdır. Son olarak kısa süre içinde taşeronda çalışanlar konusunda gündeme getirilmek istenen değişiklikler, ne yazık ki ilk belirtileri ile benzer süreçlerin yaşanacağını ve hak kısıtlamalarının sürdürüleceğini göstermektedir. Çünkü kamuda taşeronda çalışanlar için eski ve barbar sömürü biçimini sürdürmeyi amaçlayan yasal düzenlemeler öngörülmektedir. Oysa gerek özel sektörde, gerek kamu sektöründe taşeronda çalışan işçiler tüm işçilerin sorunlarına ek olarak, çalışma süreleri ve koşulları, ücretler, sosyal haklar, iş güvencesi, sendikal ve toplu sözleşme hakları gibi çok boyutlu sorunlar içinde bulunmaktadır. Bu nedenle taşeronda çalışanların özel ya da kamu ayrımı olmaksızın iş güvencesine, bireysel ve toplumsal haklara gereksinimi vardır.

Bu arada tüm sendikal hareket için dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da kıdem tazminatı konusudur.

2017 yılının ilk aylarında yoğunlaştırılan ve ilerleyen aylarda oluşan tepkiler nedeniyle bilinçli olarak geri çekilen “Kıdem Tazminatı Fonu”nu yaşama geçirme çabaları, hedefin odak noktasını göstermesi yönünden anlamlıdır. Şurası asla unutmamalıdır: Kıdem tazminatı hakkını yok edecek yeni düzenleme çabalarının içinde bulunduğumuz dönemde durdurulmuş olması, tekrar ve tekrar gündeme getirilmeyeceği; uygun koşul ve zamanda yasalaştırılması için harekete geçilmeyeceği anlamına gelmemektedir. Bu süreci durdurmanın yolu sendikal duyarlılıkları sürekli olarak korumaktan geçiyor. Çünkü Dünya ve ülkemiz deneyimleri, olumsuz süreçlerin etkili önlemlerle önünün kesilebildiğini gösteriyor. Sendikaların demokratik hak ve özgürlükler yönünde dirençli, ısrarlı ve inatçı olması; sendikal
birliğini ve dayanışmayı yaşama geçirmeleri bu yönde atılacak adımların zorunlu bir ön koşuludur. Birlikte, birlikte, birlikte…

Demokrasi için, özgürlükler için, ekonomik ve toplumsal haklar için…




İlgili Makaleler

Başa dön tuşu