Havaya Kök Salmak: Göçmen Psikolojisi
Havaya Kök Salmak: Göçmen Psikolojisi
Göçmek, bir yerden başka bir yere yerleşmek midir sadece?
Afrika-Asya bölgesinde yaşayan tüm insan türlerinin küçük denizleri, büyük okyanusları aşarak Avustralya’ya ayak basmasıyla adı “evrim” olur.
Şiddetli ve uzun süren kuraklık sebebiyle Avrupa’ya yapılan kitlesel göç, İlk Çağı kapatıp Orta Çağı açmasıyla adı “Kavimler Göçü” olur.
Kristof Kolomb’un yeni dünyaya yaptığı seferlerle Amerika kıtasını keşfi; Amerika kıtasında ilk Avrupa kolonisini oluşturur.
Devletlerarası anlaşma gereği insanların korunma altına girmek için yer değiştirilip, göç ettirildiğinde adı “mübadele” olur.
Geçim sıkıntısı çekip daha iyi imkanlar yaratmak için işçi göçünün gerçekleşmesiyle adı “Alamancılar” olur.
Ayrımcılığa maruz kalan, hayati tehlikesi olan bireylerin başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunmasıyla adı “iltica” olur.
Temel psikolojik ihtiyaçların karşılanmaması, olanaksızlık ve ilgisizlik nedeniyle gelişmiş ülkelere üreten, düşünen, nitelikli bireylerin göç etmesiyle adı “beyin göçü” olur.
Göçmek, bir yerden başka bir yere yerleşmek midir sadece?
Adı; zorla olduğunda sürgün, savaşla olduğunda sığınmak, yer değiştirildiğinde mübadele, ilk defa ayak basıldığında keşif olur. Edebiyatta yer bulur, Gülten Akın’ın dizeleriyle şiir de olur:
“Ölümün ve göçün dokunmadığı tek nesne var mıdır ölüm yok eder göç değiştirir kendisi kalamaz kimse”
Bir çağdan başka bir çağa, bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerden başka bir yere, bir topraktan başka bir toprağa… Bazen savaş, kıyım, afetle bazen de ekonomik, sosyal, politik, psikolojik nedenlerle. Göç, toplumsal olayların nedeni de olabilir sonucu da. İtici de olabilir, çekici de. Gurbet olur hasret çektirir, dönüşü yoksa ağıt yaktırır, kıyım olursa yas tutturur. Alışmaksa endişe hissettirir, başlangıçsa heyecan getirir, imkân yaratırsa umudu yeşertir. Kişiye, olaya, olguya, yüzyıla, ihtiyaca göre nedeni de sonucu da değişebilir bu bakımdan. Toplumsal olup kitleleri de etkileyebilir, biricik olup bir haneyi de etkileyebilir. Göçün etkisi ve nedensel faktörleri yaşanılan zamana, teknolojik gelişmelere, ihtiyaçlara, sosyal ve politik olaylara göre değişebilir; fakat yüzyıllardır devam eden, son yıllarda da giderek artış göstermesi bakımından tüm insanlığın hem bireysel hem de ortak halidir. Göç oluşum şekline ve etki kaynaklarına göre birçok çeşidi barındırır birçok açıdan.. Bu çeşitliliği göz önüne alarak bu yazımızda; iş, eğitim ve evlilik gibi nedenlerle, kendi rızasıyla başka ülkelere göç etmiş bireylerin sürecini temel alarak göçmen psikolojisini ele alacağız.
Gidince her şey rahata erecek mi?
Türkiye’de bazı olumsuz koşulların etkisiyle gelişmiş ülkelere göç etmenin arzusu ve merakı devam ediyor. Eğitim koşulları ve çalışma yaşamındaki bir takım zorluklar, özellikle genç kuşak için “Yurt dışına gitsem mi?” sorusunu akla getiriyor. Birçok gencin hayalini süslüyor, çalışma şartlarından memnun olmayan ve doyum sağlayamayan bireylerin daha farklı olanakları oluşturma isteği kuvvetleniyor. Kalanlar arayışını sürdürüyor, gidenler katlanarak artıyor. Yüzyıllardır varlığını sür[1]düren göç olgusunun hız kazandığını hatta akademik çalışmalara da sıklıkla yansıdığını görüyoruz. Yıllar önce tatil için gelen, çikolata getiren göç etmiş akrabalarımızın varlığını biliyorduk. Şu an ailemizde, eğitim hayatımızda, iş yaşamımızda göç etmiş ya da etmeye hazırlanan, düşünen birçok kişiyle karşılaşıyoruz. Uzağa gitmeye gerek yok, tam da yanıbaşımızda eylemde ve düşüncede de emek göçü fikrinin giderek yayıldığını görüyoruz. Gidenlere “Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor musun?” sorusu, Türkiye’de yaşayanlaraysa “İmkânın olsa yurt dışına gider misin?” sorusu arasındaki salınımını gözlemliyoruz.
Bu süreci yaşayan bireylerde hem öncesi hem sırası hem de sonrasının zorlayıcı olabileceğine şahit oluyoruz. Göçmek için niyetlenmiş bireylerde korku, kaygı, merak, heves gibi pozitif ve negatif duygular bir arada yaşanabilir. Bu, göç etme sürecinde çok anlaşılır ve normal bir durum. Çünkü mesleki olanaklar, eğitim masrafları, yaşam şartları, ekonomik belirsizlik veya belirlilik, hukukun üstünlüğü, insan hakları, sevdiğimiz insanlarla fiziksel mesafe açısından birçok parametre mevcut ve bunlar Türkiye’de veya yurtdışında yaşama kararını etkileyen önemli kriterler. Kriterleri değerlendirirken ve sürecin içindeyken beraberinde farklı duygular eşlik edebilir. Göç kararı almak kolay bir süreç değil bu yüzden. Çünkü yurtdışında yaşamanın veya Türkiye’de yaşamanın tek bir doğrusu ya da yanlışı yok. Beklentiler, “orada mükemmel bir hayat var” düşüncesi üzerinden bir illüzyon yaratabilir. Bu illüzyon, “yurt dışında yaşayanların keyfi yerinde, Türkiye’de yaşayanların vay haline” gibi ya hep ya hiç düşünce tarzıyla, siyah ve beyaz bir çerçeveden bakmamıza neden olabilir. Fakat hayatı genellikle grilerde yaşantılıyoruz. Yaşanılan tüm stres faktörlerinden kurtuluş veya zorlayıcı durumlardan kaçış gözüyle bakılabilir; ancak gerçeklik farklı sonuçlar getirebilir. Beklentilerle ilişkiye bakmak, yaşanabilecek olumsuz deneyim ihtimallerine de yatırım yapmak; alınan kararlarla ilgili suçluluk hissetmemek ve çerçevemizin renk skalasını genişletmekte faydalı olacaktır. Avantajlar kadar dezavantajları, kolay olanakları kadar zorlu yolları var seçimlerimizin. Bu yüzden hayatta üç yanlış bir doğruyu götürmüyor veya bütün doğrular bir yanlışa hizmet etmiyor. Kalmanın da gitmenin de kapısı her zaman tek bir renge açılmıyor. Bu sebepten bu yazıda, “kesin gitmelisin”, “muhakkak kalmalısın” ya da “mutlaka geri dönmelisin” gibi bir yargı belirtmiyoruz. Başka yere gitmenin de, bulunduğun yerde kalmanın da, önceki yerine dönmenin de sorumlulukları ve zorlukları karşısında okuyucuya “sen hangisine hazırsın?” sorusunu sormayı daha işlevsel buluyoruz.
Güncelleştir ve yeniden başlat
Her birimizin bu yaşadığımız yaşa getirdiği alışkanlıklar, belli dizilimler, otomatik davranışlar ve kalıplar var. Selamlaşma biçimimizden, ilişki kurma yöntemlerimize, tükettiğimiz besinlerden, kelimeleri yuvarlama şeklimize kadar psikolojik, sosyolojik, hatta fizyolojik rutinlerimiz mevcut. Doğduğumuz ailenin, büyüdüğümüz çevrenin, yaşadığımız toplumun kurallarıyla, gelenekleriyle ve alışkanlıklarıyla büyüdük. Yaşadığımız yüzyılda deneyimlediğimiz kültürel ve sosyal öğeler be[1]lirli kodları ve yazılımları oluşturdu ve bunların bazıları artık otomatik oldu. Günlük hayatımızda otomatik davranışlarımız üzerinde pek düşünmeyiz bu yüzden. Örneğin, yürürken bacaklarımızı nasıl kaldırıp indirdiğimizi ve reflekslerimizi, evimizdeki baharatların nerde olduğunu, karşı bakkaldan ekmek alırken yerini düşünmeyiz. Sadece yürürüz, buluruz ve alırız. En basitten, kompleks davranışlara kadar yazılımımızda olan kodlarımız devreye girer. Hangi çeşit deterjanı kullandığımız da bellidir, markete gittiğimizde arar bulur ve onu alırız. Oysa göçünce yeniden başlamak gerekir.
Göçenlerin yıllardır kullandığı yazılımlarını, kültürel kodlarını, alışkanlıklarını güncellemesi hem zaman alabilir hem de otomatik davranışların konforundan uzaklaştırabilir. Bu da başlangıç aşamasında bazı zorluklar oluşturabilir. Çünkü iş bularak giden kişi, ortamını; eğitim için giden aşina olduğu sistemini; çocuğu ve ailesi için giden düzenini değiştiriyor. Özellikle dil bariyeri, ayrımcılık teması, ilişkilenilen çevrenin oluşmaması gibi nedenlerle bireyler geri çekilme yaşayabilir. Hali hazırda olduğu kişiden daha az bir insan olduğunu, kişilik olarak küçüldüğünü azaldığını sıkıştığını hissedebilir. Hatta bazen bu sıkışmışlığı yaşamamak için, doğrudan alışveriş yapmak, ilişki başlatmak, selamlaşmak gibi, normalde sürdürülen davranışlardan da geri durmasına neden olabilir. Yanlış bir şey söylememek için söz almamak, dışlanmamak için fikir beyan etmemek, kafası karıştığı için ilişkilerde bocalayıp hiç kalkışmamak gibi şeyler, oldukça yaygın örnekler. Yani, “göçtüm ve bitti; artık tamamen yepyeni müthiş bir hayatım var” hayali, gerçeklerle uyuşmuyor.
Çünkü beynimiz dünyaya geldiğinde karar üretmeyi, duyuları algılamayı ve anlamlandırmayı çevresiyle yaptığı etkileşimler sayesinde öğrenmeye başlar. Küçük bir çocuk dünyayı nasıl keşfetmeye çalışıyor ve temel ihtiyaçları varsa yabancı bir ortamda da insanların güvende olmaya, sosyalleşmeye, yeni bağlar oluşturmaya ve yeniden öğrenmeye ihtiyacı var. Göç eden bireyler, bir nevi çocukluk dönemimizde yaptığımız gibi çevredeki insanları, kültürel yapı ve davranış kalıplarını görerek ve öğrenerek yazılımını tamamen değiştirmese de en azından büyük ölçüde güncelliyor.
Büyük bir belirsizlikle karşılaşmak, var olan düzeni yeniden kurgulamak depresif duygulanımlara yol açabilir; süreçte kaygı ve korku eşlik edebilir. Belirsiz bir ortamdayken belirli alanlara çekilmek, bireylerin kendini izole etmesi, kültürel farklılıklar, dil zorlukları uyum sürecini zorlaştırabilen etkenler. Bazı duygular ve duygulanımların deneyimi biricik olsa da, izolasyon ve kalabalık içerisinde yalnız hissetmek çoğu göçmen için evrensel olarak yaşanılan ortak bir durum. Bu süreçte birey yalnız olmadığını ve bu halin ortak göçmenlik ve insanlık hali olduğunu bilirse, yaşadığı anormal şeyin yeni normal olduğunu daha kolay kavrayabilir böylece. Fakat geri çekilmenin şiddeti ve süresi, olumsuz deneyimler, sosyal kaynakların yoksunluğu; depresyon, kaygı bozukluğu ve ilişki problemlerine yol açması bakımından risk faktörü olabilir. O yüzden de göçülen yerde yeniden bağ kurmak; belki daha önce göçmüş ve bu süreci kendisi de yaşamış insanlarla ya da oranın yerlisi olup kültürlerarası duyarlılığa, çeşitliliğe ve kapsayıcılığa önem veren insanlarla temas kurmak çok yeniden köklenmek için kıymetli olur.
İnsan ötekinin varlığıyla var olan, desteğiyle büyüyen, kabulüyle kendini onaran, anlamlı ve karşılıklı bağ kurabildiği kalabalıkların içinde birey olan sosyal bir varlık. Sorumluluk alarak özgürleşmek, öğrendikçe yetkinleşmek, ilişki kurdukça iyileşmek, büyürken de gereksinim duyduğumuz en temel psikolojik ihtiyaçlar. Kişilik özellikleri, baş etme yöntemleri, sosyal destek kaynaklarının varlığı ya da yokluğuyla göç eden her insanın hikâyesi biricik. Bu yüzden göç öncesinde beklenti ve ihtiyaçlara bakmak, göç sırasında süreçle gelen zorlukları değerlendirmek ve farkında olmak, göç sonrasında yaşanan olumsuz deneyimlerde kaygı ve korkuya rağmen hayata karışmak koruyucu olacaktır. Olacak ihtimaller için alan açmak, kayıpların yasını tutmak, benliğin parçalarını ötekileştirmeden kaynaştıracaktır. Göçmenlik, yolun belli bir kısmında köklerinin toprağa gömülü olmadığı yerden, dalından ya da gövdesinden havaya kök salmak gibi. Havada da kök salmaya razı olarak, kökünün bir gün toprağa erişme ihtimaline sabredebilmek, beklemek gibi. Kolay değil! Fakat seçim hakkı deneyimine sahip çıkıldığında imkânsız da olmayacak.
O zaman göçmen kişi, tıpkı yeni bir saksıya nazikçe aktarılmış bir bitki gibi güneşini, gübresini, iklimini anlayıp yeniden köklenecek. Anlamlandırdıkça, yeni sosyal bağlar kurdukça ve öğrendikçe; endişe yerini keyifli bir sürece, korku yerini meraka, tedirginlik yerini güvene bırakacak. Ya da belki de bunları tam da bulunduğu yerde yapmanın da fırsatlarını yaratıcılıkla keşfedecek. Böylece, her iki türlü de, aidiyetlerin sürdürülebildiği her yer artık ev olacak…