İşyerinde Kadına Yönelik Ayrımcılık – Prof. Dr. Nurcan Özkaplan
Çalışma hayatında ve toplumda en baskın, en yaygın gözlenen ayrımcılık pratiklerinden birisi kadınların maruz kaldığı ayrımcılıktır, diyebiliriz. Kadın ve kadınsı nitelikler erkek ve erkeksi niteliklere göre, dünyanın her yerinde daha değersiz görülür, ikincilleştirilir; bunu basitçe ataerki yani erkek egemen sistemle açıklayabiliriz. Ülkelerin kalkınma/kapitalistleşme düzeylerinden bağımsız olarak aynı zamanda farklı politik sistemler altında ve birbirinden ayrı dini, kültürel ve toplumsal sistemler açısından da, kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık en yaygın gözlemlenen olgulardan birisidir.
Emek piyasasında ayrımcılığın değişik tanımları vardır. Ortodoks geleneğe göre; emek piyasasında eşit verimliliğe sahip bireylerin “eşit olmayan davranışlara maruz kaldığı” durum ayrımcılık olarak tanımlanır. Eşit olmayan davranışın temelinde ayrımcılığa maruz kalan bireyin, ırk, etnik köken ya da toplumsal cinsiyet gibi gözlemlenebilir karakterleri rol oynar. Bu tanımda “eşit olmayan” davranışlardan kastedilen; aynı işi yapan, eşit verimliliğe sahip kadın ve erkeklerin farklı ücret veya kazanç sahibi olmalarıdır. Ayrımcılık somut eylemleri ve somut deneyimleri gerektirir, yani ölçülebilir. Dünyada eşdeğer işi yapan kadınlar erkeklerden ortalama olarak yüzde 10-30 arası değişen oranda daha az ücret almaktadır. Türkiye’de yapılan araştırmalara göre üniversite ve üstü eğitim düzeyine sahip kadınlar, aynı işi yapan erkeklerden yüzde 20, lise mezunu kadınlar ise yüzde 10 daha az ücret almaktadır.
Neo-liberal düzenlemenin, yani esnek çalışma saatlerinin, esnek ve uçucu vasıfların, parçalanmış/vasıfsızlaştırılmış emek kategorilerinin, güvencesiz ve örgütsüz çalışmanın kural haline geldiği günümüz emek piyasalarında, kadın işi/erkek işi ayrımı ve aynı işi yapan kadın ve erkek çalışanlar arasındaki ücret/kazanç farklılıkları varlığını inatla sürdürmektedir. Son 20-30 yıldır, kadınların istihdam oranlarındaki artışa rağmen, tüm dünyada kadınlar büyük ölçüde güvencesiz, düşük ücretli ve düşük prestijli işlerde çalışmaya devam etmektedir. Cinsiyete dayalı işbölümündeki dönüşümler, ülkelerin/bölgelerin toplumsal ve ekonomik sistemlerin farklılığına bağlı olarak çeşitlilik göstermektedir; ancak genel olarak emek piyasalarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini aşındıran gelişmelerin çok umut verici olduğundan söz edilemez.
İşlerin veya mesleklerin kadın işi ve erkek işi veya mesleği diye ayrışması en sık rastlanan katmanlaşmadır. Örneğin, hemen hemen tüm ekonomilerde hemşire, ilkokul öğretmeni, sekreter, hostes kadın mesleği iken; şoför, cerrahi doktor, inşaat işçiliği, makine mühendisliği ise erkek mesleği olarak yapılanmaktadır. Söz konusu meslek ya da işte çalışanların yüzde 75-80’i aynı cinsiyetten olduğunda, o meslek erkek ya da kadın mesleği olarak tanımlanmaktadır. Kadın/erkek çalışan oranının yüzde 45-50 arasında olduğu meslekler ise entegre-bütünleşmiş meslekler ya da -cinsiyet açısından- karışık meslekler olarak adlandırılır.
Benzer bir şekilde, katmanlaşma işteki statü açısından analiz edildiğinde, bazı kategorilerde belirgin olarak şu tip bir dağılım vardır: işveren ve kendi hesabına çalışanların çoğunluğu erkektir; kentlerde ya da kırsal alanda küçük aile işletmesinde “ ücretsiz aile işçisi” olarak istihdam edilenlerin yüzde 90’dan fazlası kadındır. Ücretli çalışanlar daha entegre kategorilerdir, sektörlere göre değişmektedir; ancak enformel, güvencesiz işlerde ücretli çalışanların çoğunluğu kadındır.
Kuşkusuz, bu mesleki kategoriler 19. yüzyıldan başlayarak cinsiyet kompozisyonu açısından değişmiştir ve değişmeye de devam etmektedir; ayrıca ülkeler/bölgeler açısından farklı süreçler de söz konusudur. Örneğin ABD’de 1970’lerde erkek meslekleri olan aşçılık ve turist rehberliği, 1990’lara gelindiğinde entegre meslekler haline, yani kadın ve erkek çalışan sayısının hemen hemen eşit olduğu meslekler haline gelmiştir. Hem sektörlerin kadın/erkek işgücü talebindeki değişmeler hem de teknolojik gelişmeyle alakalı olarak yeni meslek ve işlerin ortaya çıkışı, mesleklerin cinsiyete dayalı kompozisyonunu etkilemiştir. Örneğin, Türkiye’de profesyonel anlamda aşçılık erkek mesleğidir; ya da taksi şoförlerinin, üst düzey yöneticilerin (CEO) ve tesisatçıların çoğunluğu erkektir; ancak tezgahtarlık, satış personelliği, bankacılık sektöründe uzmanlık, enformasyon teknolojisi alanındaki işler -bilgisayar programcılığı hariç-, TV/Medya ve reklam sektöründeki çoğu işler daha entegre meslekler olarak görünmektedir.
Öte yandan hemşirelerin, kreş/ilkokul öğretmenlerinin, tekstil ya da gıda fabrikalarında çalışan işçilerin çoğunluğu kadındır. 1950’lerin Türkiyesinde ilkokul/lise öğretmenliği erkek mesleği iken, günümüzde tipik bir kadın mesleği olarak algılanır; erkekler için daha cazip iş imkânlarının tarihsel olarak ortaya çıkması bu dönüşümü hızlandırmıştır. Yani kadınlar, mesleği terk eden erkeklerin yerine açık iş olanağına kavuşup öğretmen olmuşlardır; ancak öğretmenliğin “annelik” ve “bakım” pratiğiyle uyumlu olarak algılanışı da bu sürece eklemlenmiştir. 1960’lara kadar erkek mesleği olan ilkokul/lise öğretmeni, terapi uzmanı, enformasyon ve halkla ilişkiler uzmanı, yaratıcı uzmanlar, hukuk bürosu asistanları, iç mimar, kütüphane uzmanı, panel kablo uzmanı, istatistikçi, avukat gibi çoğunluğu profesyonel olan mesleklerde artık kadınlar çoğunluktadır ve bu süreç mesleğin kadınlaşması/feminizasyonu olarak adlandırılır.
Çocukluktan başlayıp eğitim ve kamusal alana ulaşmada mevcut ekonomik-politik koşulların yanı sıra, cinsiyete dayalı işbölümünün yani “bu kadın işi, bu erkek işi” algısının karmaşık dönüşümü de hatırda tutulmalıdır. Son 30 yıldır, cinsiyete dayalı ayrımcılığın yumuşadığı ve cinsiyet eşitsizliğinin törpülendiğini gösteren araştırmalar mevcuttur. Ekonomik ve siyasal değişimlerin yanı sıra kadın/feminist hareketlerinin ve kadın STK’larının bu süreçteki mücadelesinin payı çok önemlidir.