Tez-Koop-İş gençemek sayı 12

‘Yeni’ Emek Rejimi: Kullan-At Emek

Elde kaynak gösterilebilecek düzenli bir veri seti olmamakla birlikte, günümüzde, birçok alanda, işçi devri oranlarının çok yüksek olduğu gözle görülür gerçekliktir. Bu olguya anaakım çalışma psikolojisi bakış açısıyla yaklaşanlar, bunu “işçi devri bulaşı” (turnover contagion) olarak adlandırmakta ve psikolojik nedenlere bağlamaktadırlar. Buna göre, nehri geçmeye çalışan yabani hayvan sürüsünden cesur bir hayvanın öne çıkıp nehre girmesi ve sonra diğerlerinin bu öncüyü takip etmesi gibi, işçiler arasından da bir işçi çıkıp işinden ayrılmakta ve diğer işçiler onu takip etmektedirler. Bunu “domino etkisi” (the domino effect) olarak da adlandırıyorlar. Böylelikle, işten ayrılma eylemi/davranışı, gözü kara ilk işçiden başlayarak diğer işçilere bulaşmaktadır. Bu görüşe göre, sonuç olarak yaygın ve yüksek oranlardaki işçi devrinin kaynağındaki temel neden bu güçlü psikolojik etkidir (Ro, 2021; Ford, 2019).

Anaakım yaklaşımın anlattığı hikâyeye göre, bireylerin keyfiyete, kişisel tercihlere/zevklere ve ruhsal duruma göre hareket ettiği ne güzel bir dünyada yaşıyoruz! Ne yazık ki, böyle bir dünyada yaşamıyoruz. Dolayısıyla, anaakım yaklaşımların anlattığı hikayelerde, hikaye kelimesinin Türkçe Sözlük’teki farklı anlamları arasındaki “aslı olmayan söz, olay” anlamını esas almak daha doğrudur. Çünkü anaakım yaklaşımların yapısal etkenleri, politik ekonomik boyutu ve sınıfsal eşitsizlikleri görmezden gelerek anlattığı bu hikâyeler analitik olmaktan uzak, ideolojik körlük ürünü ve dogmatiktir. Bu dogmatizm ile sürekli ve sistematik olarak mücadele etmek gerekiyor.

Yüksek ve yaygın işçi devri oranları günümüz emek piyasa koşulları ile ilişkilidir. Kapitalist sistemde hâkim emek kullanım biçimi ücretli işçilik olsa da, sermayedar ve emekçi arasında kurulan ücretli iş ilişkisi mutlak değildir. Bu ilişkinin hangi emek rejimi koşullarında kurulduğu ve gerçekleştiği, niteliksel olarak bir farklılığa yol açmaktadır. Burawoy’un (1985) da dikkat çektiği gibi, emek rejiminin niteliği toplumsal sınıflar arasındaki tarihsel mücadeleye ve bu mücadeledeki güç dengesine göre belirlenmektedir. Genel bir gözlemle, sermaye bu güç mücadelesini lehine çevirdiğinde emekçi sınıflara karşı daha baskıcı bir tutum sergilemekte ve sosyal hakları olabildiğince kısıtlamaktadır. Güç mücadelesi emekçi sınıflar lehine döndüğünde ise sermayedarlar ve emekçi sınıflar arasında daha uzlaşmacı, hegemonik bir emek rejimi kurulmakta ve sosyal haklar görece iyileşmektedir.

Kapitalist sistemde, yeni liberal ideolojinin egemen konuma geçtiği 1980’lerden bugüne kadar olan dönemde, emek-sermaye arasındaki güç dengesinde ibrenin ikinciden yana kaymasıyla emek rejiminin de dönüştüğü ve baskıcı bir rejimin kurulduğu herkesin malumudur. Bu konu ziyadesiyle yazıldı, çizildi, tartışıldı ve bütün bunlar yapılmaya da devam ediyor. Fordizmden Post-Fordizme dönüşüm olduğu, emek rejiminin esnekleştiği gibi tartışmalar ön plana çıktı. Bununla birlikte işçi sınıfının tarih sahnesinden silindiği ya da yeni sınıfsal oluşumların tarih sahnesine çıktığı türünden tartışmalar da büyük yankı uyandırdı.

Ne işçi sınıfı tarih sahnesinden silinmiş ne de yeni bir çalışan sınıf tarih sahnesine çıkmıştır, olan işçi sınıfının içinde bulunduğu emek piyasası koşullarının değişmiş olmasıdır. Bu bağlam[1]da, yeni liberal çağda emek rejiminin esnekleştiği tartışmasına geri dönüp birkaç kelam etmenin gereği vardır. 1980’lerden beri, küresel kapitalizmin yeni liberal ideolojinin temel argümanlarına göre yeniden inşa sürecinde emek piyasalarındaki dönüşüm, esneklik kavramı ile adlandırılsa da, gelinen noktada, bu kavramın bugünkü gerçekliği açıklayabildiği söylenemez. Aslında, Şenses’in (1996: 696) ileri sürdüğü gibi, esneklik kavramının, başından beri, Türkiye gerçekliğine ne derece uygun bir kavram olduğu tartışmalıdır. Bu ayrı bir tartışma konusudur, burada ayrıntılarına girmek gerekmiyor.

Bugün, yeni bir emek rejiminin kurulmuş olduğu ve yeni emek kullanım biçimlerinin var olduğu gözlemlenebilir bir hâl almıştır. Dolayısıyla gerçekliği yansıtan yeni bir kavramsallaştırmaya gereksinim var. Bu yeni emek rejimini ve emek kullanım biçimini adlandırmak için “kullan-at emek” kavramının gerçekliğe en uygun ifade olduğunu düşünüyorum. Benzer bir kavram, daha önce, Magdoff ’lar tarafından da kullanıldı. Bununla birlikte, bu yazarlar, kavramı daha çok, uluslararası düzeyde iş yapan sermaye çevrelerinin az gelişmiş ülkelerdeki yedek emek gücü kaynaklarını sömürmesi bağlamında kullanmışlardı (Magdoff ve Magdoff, 2004). Günümüzde kullat-at emek rejiminin, uluslararası ya da ulusal düzeyde iş yapan birçok sermaye çevresinin başvurduğu bir emek kullanım biçimi haline gelmeye ve emekçi sınıfların, özellikle belli bir yaş aralığındaki (20-30/35 yaş diyebiliriz), birçok kesimini ilgilendiren bir sermaye stratejisi olmaya başladığı görülüyor.

Günümüz emek piyasası koşullarında, işçilerin birçok alanda kısa sürelerle çalıştırılıp sonra işten çıkartılması çok yaygınlaşmıştır. Kargo paketlerini ve online alışveriş ürünlerini adreslere ulaştırma işlerinde, çağrı merkezlerinde, turizmde, zincir marketlerde, alışveriş merkezlerinde, inşaatlarda, tarımda ve daha birçok başka işte çalışan işçiler en erken birkaç gün, en geç ise bir-iki yıllık sürelerle, sürekli olarak iş değiştirmekte, daha doğrusu değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Bunun temel nedeni, çalışma koşullarının daha uzun süre çalışılamayacak derecede ağır olmasıdır. Hem günlük çalışma süreleri çok uzun hem de iş günü yoğunluğu çok fazladır. Kullan-at emek rejiminin oluşmasının kaynağında bu durum bulunmaktadır.

Kullan-at emek rejiminde, emek gücü, kısa süreliğine geçici olarak kiralanmakta ve bu süre boyunca olabilecek en üst yoğunluk düzeyinde kullanılmaktadır. Bazı işler zaten birkaç günlük, birkaç haftalık ya da birkaç aylık işlerdir, dolayısıyla iş bittiği için çalışanların işi de son bulmaktadır. Bazı işler ise sürekli olmasına rağmen işçiler geçici süreyle çalışmaktadır. Hepsinde de hem iş günü hem de iş yoğunluğu, işçilerin fiziksel ve ruhsal kapasitesini zorladığı için bu işlerde uzun süre çalışmak imkânsızdır. Böylesi bir çalışma rejimi sermaye açısından yalnızca ucuz emek gücü istihdamı anlamına gelmiyor, aynı zamanda iş yoğunluğu[1]nun arttırılması nedeniyle de artı-değer oranı iki boyutlu olarak arttırılmış oluyor.

Diğer taraftan, bu hiç de yeni bir rejim değildir, başlıkta yeni sıfatının tırnak içinde verilmesinin nedeni de budur. Bu emek rejimi kapitalizmin erken dönemlerinde de var olan bir çalışma düzenidir.

Örneğin, Marx’ın, İngiltere’de kitap basım işlerinde çalışan çocuk işçiler hakkındaki tespitleri bunun kanıtıdır. Marx’ın aktardığına göre, tek işleri baskı makinesine kâğıt yaymak ya da basılı kâğıtları ortadan çekmek olan 11-17 yaş arasındaki çocuklar, aralıksız olarak, günde 14-16 saat çalıştırılmaktadır. Çocuk işçiler, çok yorucu olan bu işte, sık sık da yalnızca iki saatlik yemek ve uyku molası verilerek toplamda 36 saat çalıştırılmaktadır. Bu çocuklar çoğunlukla 17 yaşına geldiklerinde fiziksel olarak çalışamaz duruma gelmekte ve işten atılmaktadır. Bundan sonra başka bir iş bulmaları da çok mümkün olmamaktadır (Marx, 2004: 462-463).

Demek oluyor ki, yeni liberal çağda günümüz emek piyasası koşullarının kapitalizmin erken dönemlerindeki gibi olduğu, içi boş bir söylem ya da slogandan ibaret değil, olgusal gerçekliktir.

Özünde emek yoğunluğunun arttırılması bulunan kullan-at emek rejiminde sermaye daha yüksek bir karlılık düzeyi elde etmekte, buna karşın, emekçiler hem daha fazla sömürüye maruz kalmakta hem de bedensel ve ruhsal olarak daha fazla yıpranmaktadır. Diğer taraftan, bu durumun işsizlikte de payı vardır. Güngör (2019: 19), haftalık yasal fazla çalışma süresinin üst sınırı geçiyor olmasının 1 milyon 102 bin 851’den fazla kişinin işsiz kalmasına yol açtığını hesaplıyor. Bu hesaplamaya işgününün yoğunluğunu da eklemek gerekir. Bugünkü üretim teknikleri ve emek sürecinde uygulanan kontol ve denetim mekanizmalarıyla birim zamanda üretilen miktar eskiye oranla daha fazladır. Dolayısıyla, buna bir sınır çekilmesi de işsizliğin hafifletilmesine katkı sunacaktır.

Sözün özü işçi sınıfı mücadele gündemine emek yoğunluğunun azaltılmasını da eklemek durumundadır. Tarihsel olarak işgününün kısaltılması için verilen mücadele, bugün işgününün yoğunlaştırılmasına karşı da verilmelidir.




İlgili Makaleler

Başa dön tuşu